28 Haziran 2013 Cuma

OSMAN NİZAMİ PAŞANIN KEHANETİ

Mustafa Kemal 1902 tarihinde Kuzguncuk'ta Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın Kuzguncuktaki köşkünde misafir ediliyor. O gece orada kalıyor, ertesi gün köşke gelen Osman Nizami Paşa ile tanıştırılıyor. O gün tanışıp görüşüyorlar. Sohbet etmeye başlıyorlar. Osman Nizami Paşa, 2. Abdülhamit'in baskı rejimini yumaşatacağına dair hiçbir belirti olmadığına işaret ettikten sonra şöyle diyor :

-İstibdat idaresi, bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat yerine batılı manada bir idare gelip memleketi her bakımdan acaba kalkındıracak mıdır, ben buna inanmıyorum.

Mustafa Kemal kuşkuludur.. Nizami Paşa Abdülhamit'in adamlarından biri olabilir mi, kendisinin ağzını arayan bir hafiye midir? Mustafa Kemal , bu olasılıklara karşın düşüncelerini cesaretle söylemeye kararlıdır. Diyor ki :

- Paşa hazretleri! Garplı manadakİ idareler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılap olduğunda bugün işbaşında olanlar yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa o vakit buyurduğunuzu kabul etmek lazım gelir. Yeni nesiller içerisinde her hususta itimada layık insanlar çıkacaktır.

Osman Nizami Paşa susuyor, olumlu ya da olumsuz hiçbir cevap vermiyor. Ayn günün akşamı ayrılmak üzere veda eden Mustafa Kemal'e şunları söyler :

-Mustafa Kemal Efendi oğlum, sen bizler gibi yalnız Erkan-ı Harp zabiti olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekan ve yüksek kabiliyetin memleketin gelecei üzerinde etkili olacaktır. Bu sözlerimi bir iltifat olarak alma. Sen de büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zeka emareleri görmekteyim.

Osman Nizami Paşa yanılmamıştır. Çünkü Mustafa Kemal, geçnlik çağlarından beri geleceğin Atatürk'ünden belirtiler ve ışıltılar vermiştir.

27 Haziran 2013 Perşembe

AMAN ÇOCUKLAR NEDEN DİYE SORMAYALIM !

Falih Rıfkı Atay anlatıyor :



Bir gün bir Yeşilaycı konferans veriyormuş. İçkinin zararları hakkında söylemediğini bırakmamış. Bir aralık dinleyicilerine :

-Bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova rakı koysanız hangisini içer? diye sormuş. Ön sıradan bir akıllı  hemen atılmış :

-Tabii ki suyu!  Konferansçı sormuş  :

-Neden ? Arka sıralarda konferansçıya içerleyip duran bir akşam keyifçisi varmış. Yeşilaycıya :

-Neden olacak, eşekliğinden! demiş.

Hikayeyi Ankara'ya Ahmet Rasim getirmişti. Atatürk'ün pek hoşuna gittiği için tekrarlayıp duruyordu. Bir akşam Orman Çiftliğinde eski köşgün havuzu kenarında oturuyorduk. İçki sofrası kurulmuştu. Atatürk biraz uzakta oynayan çiftlik çocuklarından birini çağırdı :

-Yanaş bana çocuğum, dedi. Çocuk yanaştı.

-Bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koysalar hangisini içer? Çocuk bir Atatürk'e, bir de sofra üstündeki kadehlere bakarak :

-Rakı! deyince, Atatürk :

-Aman çocuklar neden diye sormayalım! dedi.

26 Haziran 2013 Çarşamba

SİZ BURADA DEVLETİ TEMSİL EDİYORSUNUZ

Falih Rıfkı Atay anlatıyor :

Atatürk Cumhurbaşkanı iken, bir yurt gezisi esnasında, bir ilçede kaymakamın odasına girmişti. Kaymakam hemen ayağa kalktı, yerini Paşa'ya bıraktı ve köşede bir iskemleye büzüldü. Atatürk :

-Siz burada devleti temsil ediyorsunuz. Yeriniz makamınızdır, benim ziyaretçi olarak yerim de, sizin karşınızdır, demişti.

25 Haziran 2013 Salı

AZİZİM MAZHAR MÜFİT BEY, KAÇINCI MADDEDEYİZ?

Mazhar Müfit Kansu anlatıyor :

1919 yılında Erzurum Kongresinin bittiği gece...Süreyya Bey, ben ve Atatürk konuşuyoruz.
Nerede ise sabah olacaktı. Atatürk birden:

-Mazhar not defterin yanında mı? diye sordu. Not defterimi alıp geldim.

O hatıra defterime ve günü gününe her hadiseyi not edişime hep memnun olur, hem de latife etmekten kendisini alıkoyamazdı , "Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize yarayacak." derdi. Defteri getirdiğim görünce, sigarasını birkaç nefes çektikten sonra :

-Ama bu defterin yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar saklı kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu... dedi.

Süreyya da, ben de :

-Buna emin olabilirsin Paşam dedik. Paşa bunun üzerine :

-Öyle ise tarih koy, dedi. Yazdım : 7-8 Temmuz 1919,sabaha karşı.

-Pekala, yaz! diyerek devam etti. Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır, bu bir. İki, padişah ve hanedan hakkında zaman gelince icap eden muamele yapılacaktır. Üç, tesettür kalkacaktır. Dört, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.

Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü, yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı:

-Neden durakladın? deyince 

-Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var, dedim. Gülerek :

-Bunu zaman tayin eder. Sen yaz! dedi. Yazmaya devam ettim.

-Beş, latin harfleri kabul edilecek.

-Paşam, kafi, kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edasıyla :

-Cumhuriyetin ilanını başaralım da yeter!... diyerek defterimi kapadım ve yanından ayrıldım.



Yıllar sonra, Kastamonu'dan şapka inkılabı dönüşü kendisini karşılamaya gittiğimde Musatafa Kemal Paşa gülerek :

-Azizim Mazhar Müfit  Bey, kaçıncı maddedeyiz? diye sorarak bana takılmıştı.


24 Haziran 2013 Pazartesi

ATATÜRK'ÜN EN ÇOK SEVDİĞİ ŞARKI

Mustafa Kemal Atatürk'ün kardeşi Makbule Hanım anlatıyor :

Atatürk'ün hayatında en çok sevdiği şarkı, Asım Bey'in uşşak faslından ve curcuna usülünden şu şarkısıdır:

"Cana rakibi handan edersin,
Ben bir nevayı giryan edersin,
Biyanelerle unsiyet etme, 
Bana cihanı zindan edersin..."

Emin olun bu şarkıda ben herşeyimi, hatıralarımı ve bir kelime ile kardeşimi bulurum. Unutulur mu bu? Ne güzel, ne unutulmaz günlerdi onlar. Şimdi tatlı ve unutulması artık mümkün olmayan bir hayal, ebedi bir hatıra oldular.

23 Haziran 2013 Pazar

TEK ÇARE BÜTÜN BİRLİKLERİ BENİM EMRİME VERMENİZDİR

Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı olan Hamilton 6 Ağustos günü Conkbayırı bölgesini ele geçirmek için büyük bir kuvvetle taarruz etmeye karar verdi. Taarruz neticesinde Conkbayırı düşman eline geçti. 

Türk komuta kademesi, hayati öneme sahip Conkbayırı’ nın ele geçirilmesi üzerine, darmadağın olmuş, tam bir şaşkınlık içindeydi. Ordu komutanı Liman Van Sanders Kurmay başkanı vasıtasıyla Albaylığa terfi etmiş olan Mustafa Kemal’ i aradı ve görüşünü sordu. Mustafa Kemal tereddütsüz yanıtladı.

“ Tek çare, Bütün birlikleri benim emrime vermenizdir. “

Karşıdan “Çok gelmez mi? “ diye sordular.

Mustafa Kemal “ Az gelir “ diye yanıtladı.

Ve o gün Anafartalar Cephe komutanlığına atandı.

Ve Conkbayırı geri kazanıldı.

İKİ KURUŞ ELİME GEÇİNCE BUNUN BİR KURUŞUNU KİTABA VERİRDİM




Atatürk'ün uşağı Cemal Granda anlatıyor :

Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek vakti yoktu. Bir sürü yurt sorunu dururken, Devlet Başkanının kendisini tarihe vermesi, Vasıf Çınar'ın biraz canını sıkmış olacak ki, Atatürk'e şöyle dediğini duydum :

-Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma. 19 Mayıs'da kitap okuyarak mı Samsun'a çıktın?

Atatürk, Vasıf Çınar'ın bu çok samimi yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi :

-Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.

22 Haziran 2013 Cumartesi

ATATÜRK VE SELANİKLİ YUNAN ASKERİ


Dumlupınar Savaşı kazanılmıştı. Düşman kuvvetleri geri çekiliyordu. Afyonkarahisar hatlarının çözülmesi esnasında birkaç Yunan esiri geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi Mustafa Kemal'in doğup büyümüş olduğu, memleketi Selanik'ten geliyordu. Yüzü kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında hiçbir işaret olmadığından, Mustafa Kemal'e sordu :

-Binbaşı mısınız?
-Hayır.
-Yarbay mı?
-Hayır.
-Albay mı?
-Hayır.
-Tümgeneral mi?
-Hayır.
-Peki nesiniz o halde
-Ben, Mareşal ve Türk Orduları Başkumandanıyım!...

Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunan askeri kekelemeye başlar :

-Ben, Başkumandanın muharebe hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de ...

ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR

Cumhuriyetin on ikinci yıldönümü için birçok döviz hazırlanmıştı.

"Atatürk bizim en büyüğümüzdür."

"Atatürk bu milletin en yükseğidir."

"Türk Milleti asırlardan beri bir Mustafa Kemal çıkardı." gibi dövizler listesini gözden geçiren Atatürk hepsini çizdi, şunu yazdı :

"ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR."


21 Haziran 2013 Cuma

SAKA ERİ HÜSEYİN

Birinci Dünya Savaşının en kanlı muharebelerinden olan Çanakkale Muharebelerinde savaşan taraflar zaman zaman insan olduklarını hatırladılar. Zaman zaman siperler arasında alışverişler bile yapıldı. Türk askeri müttefik askerlerine sigara, onlarda Mehmetçiğe konserve attılar.


Saka eri Hüseyin’in başına gelenler ise Türk askerinin mertliği kadar uyanıklığını gözler önüne seriyor.





“Ben siperdeki arkadaşlara su taşımakla görevliydim. O akşam yine katıra suları yükleyip yola koyulmuştum. Ama gözlerim tavukkarası olduğundan yolu kaybettim. Düşmanın eline düştüm. Süngü sırtıma dayanınca aklıma bir kurnazlık geldi. Katırın sırtındaki fıçıları gösterip, ‘Kumandan’ diye işaret ettim. Bunları bizim kumandanın, onların yaralılarına hediye olarak gönderdiğini anlattım, Türkçe olarak. Anladılar, özür dilediler benden. Sabaha kadar yanlarında kaldım. Bana konserve, çikolata, bisküvi ve sarma tütün verdiler. Sabah Türk siperine dönünce anlattıklarıma kimse inanmadı. Ama hediyeleri çıkarınca anladılar.’Kardaşlar’ dedim, ‘suyu düşmana kaptırdım ama eli boş da gelmedim.’

HESAPÇA BU SON SENEMİZDİR

Mustafa Kemal arkadaşlarıyla beraber Bingazi'ye gidiyordu., Trablusgap savaşına katılacaktı.

Yolda bir Bedeviye rastladılar. Bu adam, el falından çok iyi anladığını söyleyerek, genç subayların fallarına bakmayı telif etti. Hepsi avuçlarını gösterdiler, talihlerini öğrenmek istediler.

Sıra Mustafa Kemal'e gelmişti. O, ya fala inanmıyor, yahut bir Bedevinin kehanetine itimat etmiyordu. Bununla beraber, arkadaşlarının ısrarına dayanamadı, elini uzattı.

Sarışın subayın yumuşak elini sert avuçlarına alan Bedevi, bu elin çizgilerine bakar bakmaz, yerinden fırladı, ayağa kalktı ve büyük bir heyecanla :

-Sen padişah olacaksın! diye bağırdı. Padişah olacaksın ve 15 yıl hüküm süreceksin.!

Gülüştüler, Bedeviyi bırakıp yollarına devam ettiler.

Aradan yıllar geçti. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyetin ondördüncü yılında hastalandı. Karaciğerinin şiştiğini görenler, "İçme Paşam!" diye yalvardıkları zaman o, Bingazi yollarındaki falcı Bedeviyi hatırlayarak güldü ve :

-Arap vaktiyle söylemişti.  Bizim padişahlık nasıl olsa on beş yıl sürecek! dedi ve ilave etti :

-Hesapça bu son senemizdir!

GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ

1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köy hasar görmüştü. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü yanına çağırdı :

-Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce tekrar sordu :

-Hükümet sana kaç lira verse zararını karşılayabilirsin ? İhtiyar, Kürt şivesiyle :

-Valle Padişah bilir! dedi. Atatürk gülümsedi. Yuuşak bir sesle :

-Baba, padişah yok, onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne ? İhtiyar tekrar etti :

-Padişah bilir!...

Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü ve :

-Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi.

Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat (yazı işleri) katibi :

-Köylere genelge yolladık Paşam, dedi.

Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı :

-OĞLUM, dedi, GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ !...

20 Haziran 2013 Perşembe

BİRAZ TÜLBENT ALDIRTTIM, GÖZLERİMİ SİLİYORUM

Atatürk'ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor :



Bir İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal köşke gittim. Hizmetçilere Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum.

-İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo yaptı ve şezlongda istirahat etti, dediler.

Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana :

-Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum, diye ilave etti.

-Yorulmadınız mı Paşam? diye sordum.

-Hayır, dedi, yalnız gözlerim yaşarıyor, fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirtim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum...

19 Haziran 2013 Çarşamba

İNÖNÜ : HALA DARGIN MISINIZ ?

İsmet İnönü Başbakanlık'tan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulunur. Atatürk onu sofrada kendi yanına oturtur. İsmet İnönü bir kağıt parçası üzerine şöyle bir soru yazar :

" Bana hala dargın mısınız?"

Kağıdı Atatürk'e uzatır. Atatürk cevap verir :

" Niçin dargın olayım?"

"Altına imzanızı atar mısınız?"

Atatürk imzasını atar ve İnönü'ye uzatır. İnönü :

"Saklayabilir miyim?" Atatürk :

" Nasıl istersen..."

Az sonra İnönü cebinden ikinci bir kağıt çıkarır ve yazar :

" Beni yetiştirdiğinize pişman mısınız?"

Atatürk'e uzatır. Atatürk okuduktan sonra İsmet İnönü'ye döner :

" Sen de bunu imza et."

İnönü imzalar. Atatürk kağıdı cebine koyar.

18 Haziran 2013 Salı

SENİ BİLMİYORUM, FAKAT BEN KESİNLİKLE ERKAN-I HARP OLACAĞIM

Ali Fuat Cebesoy anlatıyor :


Üçüncü sınıf kalabalıktı. Bunlardan ancak pek az bir bölümü Harp Akademisine girebilecekti. Geri kalanlar atandıkları kıt'alara katılacaklardı. Bunlardan güven duyduklarına, daha şimdiden gittikleri yerde örgütler kurmaları için öğütlerde bulunuyordu. Bir gün bana :

- Fuat, demişti, Biliyorum, bu arkadaşlar Erkan-ı Harp (kurmay) olamayacaklar. Fakat bizlere göre daha avantajlı durumda bulundukları da bir gerçek. Çünkü bizden önce ordu saflarına katılacaklar, eğer Rumeli'ye giderlerse, Erkan-ı Harp çıktığımız zaman bizim için bir zemin ve orta
m hazırlamış olacaklardır. 

Kurmay sınıflarına geçmiş olan Ali Fethi Bey'de aynı düşüncedeydi. Mustafa Kemal kesinlikle kurmay subay olacağına inanıyordu. Bir gün :

-Ya Erkan-ı Harp olamazsan ne yaparsın, diye yarı ciddi, yarı şaka takılan sınıf arkadaşımız Arif'i anında susturmuştu :

- SENİ BİLMİYORUM, FAKAT BEN KESİNLİKLE ERKAN-I HARP OLACAĞIM.

17 Haziran 2013 Pazartesi

ATATÜRK'TEN KURTDERELİ MEHMET PEHLİVAN'A TEBRİK MEKTUBU

Dönemin dünya çapında başarılar elde etmiş büyük güreşçisi Kurtdereli Mehmet Pehlivan'a, Gazi  Mustafa Kemal Paşa'nın 2 Kasım 1931 tarihinde gönderdiği tebrik mektubu :


"Kurtdereli Mehmet Pehlivan,

Seni cihanda büyük ün almış bir Türk pehlivanı olarak tanıdım. Parlak başarılarının sırrını şu sözlerle izah ettiğini de öğrendim:

Ben her güreşte, arkamda Türk Milletinin bulunduğunu ve millet şerefini düşünürüm.

Ben, dediğini, en az yaptıkların kadar beğendim. Onun için bu değerli sözünü Türk sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum. Bununla snden ve sözlerinden ne kadar çok memnun olduğumu anlarsın."

16 Haziran 2013 Pazar

MUSTAFA KEMAL PAŞA VE İNGİLİZ KONSOLOSU

Salih Bozok anlatıyor :



Kahraman Türk Ordusu İzmir'e girmiş, Yunan Kuvvetleri denize dökülmüştü. İzmir Hükümet Konağında İngiliz Konsolosu İzmir Valisi ile görüşüyordu. Mustafa Kemal Paşa'da o gün Hükümet Konağındaydı ve bu görüşmeye tanık oldu. Konsolos Vali'den Yunanlıların İzmiri terk etmesinden sonra İzmir'de kalan vatandaşları için güvence istiyordu.

Mustafa Kemal Paşa araya girdi ve Konsolosa :

-Vali Beyden ne istiyorsunuz? dedi. Konsolos :

-Tebaamız hakkında teminat almak istiyorum, cevabını verince Mustafa Kemal Paşa :

-Yunanlılar buradayken daha mı emindiniz?  diye sordu. O da :

-Evet, cevabını verdi. Bunun üzerine Paşa kendisine :

-Öyle ise Yunanistan'a gidiniz! dedi. Konsolos :

-İngiltere'ye de mi savaş ilan ediyorsunuz? diye sordu. Paşa :

-İngiltere ile aramızda barış yapılmış mıdır ki harp ilanı edip etmediğimizi soruyorsunuz? Hem siz böyle şeyleri konuşmaya yetkili misiniz ki bunu bana soruyorsunuz? Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandanıyım. Her şeyi görüşmeye yetkim var. Sizin de böyle bir yetkiniz varsa görüşebiliriz. Yoksa buyurunuz! diyerek kapıyı gösterdi.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA'DAN DÜNYA GÜZELİ KERİMAN HALİS'E TELGRAF

1932 yılında yapılan bir yarışmada Dünya Güzeli seçilen Keriman Halis'e Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın gönderdiği telgraf :

"Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu da hatırlatmayı lüzumlu görürüm:

Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi sağlıklı biçimde muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık bir gelişmenin aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır."

15 Haziran 2013 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL VE ENVER PAŞA

Salih Bozok'un hatıralarından...
1917 yılında Mustafa Kemal'in İstanbul'da ikamet ettiği sıralarda, Harbiye Nazırı Enver Paşa, kendi gözünde yeri olduğu ve kendisine karşı darbe planladığından şüphe ettiği Mustafa Kemal'e :

-Eğer gözün bu makamda ise geç de otur, demesi üzerine Mustafa Kemal Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya:

-Makamınızda gözüm yoktur, o makamı kendime çok küçük görürüm. Benim düşüncem ve emelim çok büyüktür. Eğer makamınızda gözüm olsaydı, şimdiye kadar çoktan orasını işgal ederdim, diye cevap vermiştir.

Ve yıllar sonra Mustafa Kemal'in bu sözleri gerçek olmuş, Mustafa Kemal Bu makamdan çok daha büyük mevkilere ulaşmıştır...

O DAHİYİ ASRIMIZDA TÜRK MİLLETİ YETİŞTİRDİ

1922 yılı, Türk Ordusu Yunan Kuvvetlerini denize döktükten sonraki günler, İngiliz Parlamentosunda İşçi Partisi Lideri, Başbakan Lloyd George'a hitaben kürsüden şunları söylüyor :

-Nerede Başbakan Lloyd George? Bize ne söz verdi, netice ne oldu? Hazineden büyük paralar alıp bizi boş yere masrafa soktu. Hani Boğazlar bizim olacak, Anadolu paylaşılacaktı? Hiçbiri olmadı, bu başarısızlığın hesabını bize versin.

Bu sözler üzerine Lloyd George kürsüye gelir ve :



-Asırlar pek nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakınız ki, o dahiyi asrımızda Türk Milleti yetiştirdi. Mustafa Kemal'in dehasına karşı elden ne gelir, diyerek kürsüden iner ve istifasını verir.

12 Haziran 2013 Çarşamba

19 MAYIS 1999 ATATÜRK YENİDEN SAMSUNDA

"Beklenmedik bir şey oldu, Atatürk'e benzeyen adam Vali Vekilini elinin tersiyle yavaşca kenara itip yürüdü. Beraberindekiler de Vali Vekilini görmezden gelerek Atatürk'ü izlediler. Atatürkçülüğü, anma töreni yapmak, Atatürk rozeti taşımak ve Atatürk şiirleri okumak sanan güzel öğrenciler ile halkı selamlayarak, alkışlar içinde geçip uzaklaştılar."

Turgut Özakman'ın 2002 yılında birincisini, 2003 yılında ikincisini yazdığı bu kitapta ; hepimizin yıllarca beklediği rüya gerçek oluyor ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1999'un 19 Mayıs'ın da tekrar Samsun'a çıkıyor. Kendisini özleyen büyük Türk Milleti ile buluşuyor ve memleketi bu hale getirenlerden tek tek hesap soruyor. 

Bir solukta okuyacağınız bu kitap sayesinde, hem tarihi bilgilerimizi tazeleyecek, hem de hepimizin rüyası Ata'nın yeniden dönüşünü büyük bir keyifle seyredeceğiz.

Özellikle bugünlerde ayrı bir önem kazanan bu kitabı okumayanların mutlaka hemen , daha önce okumuş olanların da en az bir kere daha okumalarını şiddetle tavsiye ediyorum.



19 Mayıs 1999 
Atatürk
Yeniden Samsun'da

TURGUT ÖZAKMAN
2002-2003
BİLGİ YAYINLARI

ATATÜRK VE JAPON VELİAHTI

Japon Veliahtı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı.
Japon Veliahtı hayret etmişti.
Atatürk tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitolojisinden konuştu.
Veliahtın ağzı açık kalmştı.
Söz edebiyata geldi ve Atatürk :
-Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır... diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu.
Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz diye soramadı. Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı.

Atatürk hep böyleydi. Her şeyi planlıydı. O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti...

11 Haziran 2013 Salı

DOKTOR REŞİT GALİP

1931 yılı , Dolmabahçe'de  Mustafa Kemal Paşa misafirleriyle yemek yiyordu. Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Esat Bey'de sofrada buunuyordu ve yapılan işleri anlatıyordu :

-Kız öğrencilerin kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymeleri uygun değil, daha kapalı giyinmeleri konusunda bir tamim hazırlayacağız,dedi.

Sofrada bulunan Doktor Reşit Galip :

-Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi, bu bir geriliktir. Kadınlar artık eski durumda yaşayamazlar, inkılaplardan en mühimi kadınlara verilen haklardır, başka türlü batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz, diye Esat Bey'e karşı çok sert bir konuşma yaptı.

Mustafa Kemal Paşa kendi sofrasında Vekil'in zor duruma düşmesinden hoşlanmadı ve olayı kapatmak istedi :

-Bu konuyu uzatmayalım, burada kapatalım, kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız, dedi. Reşit Galip :

-Af buyurunuz Paşam, bu inkılap ve zihniyet meselesidir, müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim, diye ısrar etti. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inklapları zedeleyecek icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez, dedi.

Mustafa Kemal Paşa bu sert konuşma karşısında Reşit Galip'e :

-Yorgun görünüyorsunuz, madem konuşmalar da hoşunuza gitmiyor, gidip istirahat edebilirsiniz, dedi.

Reşit Galip aldırmadı :

-Burası milletin sofrasıdır, kovulmamalıyım. Kendimi iyi hissediyorum, kalkmam, diye cevaplandırdı.

Paşa işi uzatmak istemedi :

-O halde biz kalkalım, masayı beyefendiye bırakalım, diyerek kalktı ve hemen odasına çekildi. Diğer misafirler de kalktı. Reşit Galip bir süre sofrada yalnız oturduktan sonra, pencere kenarında başka bir koltuğa geçerek sabaha kadar oturdu. Sabah yaverlerden birine :

-Ankara'ya trenle döneceğim, istasyona gidiyorum, diyerek sarayı terk etti.

Kemal Paşa, gece bir süre kendi odasından durumu izledi ve sabah olunca Reşit Galip Beyîn nereye gittiğini sordu. Aldığı bilgilere göre Reşit Galip'in saraydan ayrılırken, cebinde hiç parası olmadığı için Başkatip Tevkif Bey'den 25 lira borç aldığını öğrendi.

-Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor, diyerek üzüntüsünü belirtti.

Birkaç ay sonra, Doktor Reşit Galip Bey Maarif Vekilliğine getirildi ve Üniversiteler Reformu onun vekilliği döneminde gerçekleştirildi.

10 Haziran 2013 Pazartesi

İZNİK'İN BATI KAPISI


Atatürk, 15 Temmuz 1936'da Yalova'dan Bursa'ya geçerken İznik'e uğramıştı. Yanında Celal Bayar, Afet Hanım ve bazı arkadaşları vardı. Afet Hanım İznik'i gezmek için Atatürk'ten izin alır. Atatürk :


-Hay hay....  Gidebilirsiniz fakat asıl İznik'i göremeyeceksiniz. Çünkü o toprağın altındadır, der ve etrafındakilere sorar :

-İznik kaç kapılıdır?

Bir İznikli yanıt verir. :

-Üç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir kapısı, güneyindeki İstanbul kapısı...

Atatürk'ün "Peki Batı kapısı nerede" diye sorması üzerine İznikli öyle bir kapının olmadığını ve böyle bir kapıyı bilmediklerini söyler.

Atatürk bir müddet susar ve o konuyla ilgili başka bir söz etmez. Konu kapanır.

Aradan seneler geçer.

Biriken suları İznik Gölü'ne akıtmak için kanal açmaya uğraşan işçiler, suların kendiliğinden boşluk bularak akmaya başladığını görürler, kazıya devam edilir. Sonunda toprağın altında tam teşkilatlı kurşun bir kapıyı ortaya çıkartırlar.

İşte bu kapı Atatürk'ün aradığı ve bahsettiği İznik'in batı kapısıdır.

7 Haziran 2013 Cuma

MUSTAFA KEMAL VE GENERAL BİRDWOOD

ANZAC Kolordusu Komutanı İngiliz General Birdwood 1915'te Arıburnunda, aynı yılın Ağustos ayında yine o bölge ile Conkbayırı'nda Mustafa Kemal'e karşı savaşmış ve mağlup olmuştu.

Mütarekeden sonra General Birdwood İstanbul'a gelir, Perapalas Oteline yerleşir. Mustafa Kemal'de aynı günlerde  İstanbul'da, aynı oteldedir. Birdwood Mustafa Kemal'den görüşme talep eder.

Görüşmede İngiliz Generali son derece saygılı davranır ve birkaç nezaket sözünden sonra aralarında şöyle bir konuşma geçer.

-Ekselans bizi nasıl yendiniz?

-Sizin de, bizim de tarih tutanaklarımız var, tarih yazar.

-Sizi ağzınızdan öğrenmek istiyorum.

Bunun üzerine Mustafa Kemal , kağıt ve kalem ister, bir kroki çizer ve krokiyi göstererek şöyle der:

-Şu tarihte karaya çıktınız, filanca saate kadar siz şu, biz de bu durumda idik. Her şey lehinize idi. Neden şu çizgide durdunuz, ilerlemediniz?

-Askerlerimiz çok yorulmuştu.

Bundan sonra Conkbayırının krokisini çizen Mustafa Kemal:

-Siz filan gün şu istikamette hareket ettiniz ve şu durumu aldınız. Niçin ilerlemediniz?

-Biz ilerledikçe arkadan su yetişmedi. askerlerimiz susuz kaldı ve durdu.

Görüyorsunuz ki ben bir şey yapmadım, önce yorgunluk, sonra susuzluk ordunuzu durdurdu.

Ayağ kalkan Birdwood giderken:

- Müsaade ederseniz, bu kağıtla kalemi hatıra olarak saklayayım, der.

6 Haziran 2013 Perşembe

MUSTAFA KEMAL'İN ÖĞRENİM HAYATI ( İLK OKUL )

1887 yılı küçük Mustafa'nın ilk okula başlama yılıydı. Fakat annesi Zübeyde Hanım ve babası Ali Rıza Efendi okul konusunda bir türlü anlaşamıyor, babaya göre daha muhafazakar olan anne Zübeyde Hanım oğlunun o zamanların adetlerine göre dualar ve ilahilerle, o dönemin klasik eğitim veren mahalle mektebine gitmesini istiyor, baba Ali Rıza Efendi oğlunu yeni açılan ve yeni metodlarla eğitim veren Şemsi Efendi Mektebine göndermek istiyordu.
Mustafa Kemal'in anlatımına göre baba Ali Rıza Efendi bu olayı şu şekilde çözdü: Küçük Mustafa önce merasimler ile mahalle mektebine başladı, birkaç gün sonra da Şemsi Efendi Mektebi'ne kaydedildi.
Mustafa Kemal'in öğrenim hayatının, kişiliğini ve düşüncelerini nasıl şekillendirdiği bakımından üzerinde durulması gereken en önemli eğitim kurumu hiç şüphesiz Şemsi Efendi Okuludur.
Çünkü Mustafa Kemal eğitim ve öğretim hayatına burada başlamış, düşünce ve fikir yapısı bu okulda oluşmaya başlamıştır.
Şemsi Efendi (1852-1917) daha öğrencilik yıllarında eğitimdeki aksaklıkları fark etmiş, özellikle ezberciliğe karşı çıkmış, modern metodlarla eğitim veren özel okul açma konusunda öncü ve rehber olmuştur. 
Şemsi Efendi, küçük Mustafa okuluna kaydedildiği zaman, 14 yıllık tecrübeli bir öğretmendi. Ünü bütün Selanik'e yayılmıştı. Onun okulu kentte en sevilen bir okuldu. Aydın bir insan olan Ali Rıza Efendi'nin oğlu Mustafa'yı bu okula göndermesi de son derece doğaldı.
Şemsi Efendi'nin bu okulu 1890 yılında, küçük Mustafa üçüncü sınıfta iken Fevziye Mektebi ile birleşti ve dördü ilk okul, dördü orta okul olmak üzere sekiz yıllık bir rüştiye haline gelmişti. Mustafa, Şemsi Efendi'nin de öğretmenliğe devam ettiği bu okulun sınıflarını düzenli olarak takip etti. Babası Ali Rıza Efendi 1893'te vefat ettiğinde Mustafa altıncı sınıfı, yani okulun orta kısmının iki sınıfını da bitirmiş bulunuyordu.
Baba Ali Rıza Efendi'nin ölümü üzerine anne Zübeyde Hanım'ın çocuklarını alarak kardeşinin Langaza'daki çiftliğine gidişi, Mustafa'nın öğrenim hayatına kısa bir ara vermiştir.


KAYNAK : BİR DAHİNİN HAYATI/ YRD. DOÇ. DR. ALİ GÜLER

TEHLİKELİ BİR MACERAYA ATILAMAM

Milli mücadele yeni bitmiş, kahraman ordularımız Meriç sınırına dayanmıştı. Büyük Gazi Çankaya'da arkadaşları ile oturuyordu. Mustafa Kemal'in Selanik'ten çocukluk arkadaşı Nuri Conker dedi ki:

- Paşam ne duruyorsunuz? Her şey elinizde. Selanik'teki eviniz boş duruyor. Bir sözünüzle orada oturabilirsiniz, size kim engel olabilir.

Mutafa Kemal arkadaşlarının yüzüne tek tek baktı ve şunları söyledi:

- Böyle bir hareket bütün Avrupa'yı aleyhimizde birleştirir. Büyük ve haklı bir mücadele iyi biçimde sona erdi. Tehlikeli bir maceraya atılamam.

5 Haziran 2013 Çarşamba

ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU KİTAPLAR


Atatürk'ü Atatürk yapan en önemli özelliği hiç şüphesiz kitaplara  ve okumaya olan tutkusudur. Daha önceki yazılarımızda Mustafa Kemal'in okuduğu ve üzerinde çalıştığı kitapların sayısının yaklaşık 4000 adet olduğunu söylemiştik. Bu yazımızda ise bu kitapları inceleyeceğiz.

Onun kütüphanesinde her zaman Türk ve Dünya bilim, sanat ve düşünce dünysının en seçkin yapıtları bulunmuştur.. Atatürk'ün okudukları bir tek alanla sınırlanamaz. O edebiyattan, tarihe, hukuktan dil bilimine kadar her alanda her şeyi okumuştur. Yabancı dillerde, özellikle Türk tarihi ve Tük dili ile ilgili olarak yazılan kitapları elçilikler aracılığı ile ülkeye getirtmiş ve Türkçe'ye tercüme ettirmiştir.

Konuşmalarını ve yazılarını hazırlamadan önce kaynak taraması yapmış, konunun uzmanları ile tartışma ortamları yaratmıştır. Nihai kararları verirken dayanak noktası, okudukları ile elde ettiği birikimdir.
Çağdaşı aydınların hemen hemen tüm yapıtlarını okumuş, okudukları ile onlar hakkında kanaat sahibi olmuş, bu kanaat sayesinde de eser sahiplerine karşı derin bir sevgi ve saygı duymuştur. Yakın çevresinde dönemin ünlü aydın ve yazarları bulunmuş, kendilerine önemli görevler vermiştir.

Bugün Çankaya Köşkü'nde ve Anıtkabir'deki müzede 10.000'in üzerinde cilt bulunmaktadır. Atatürk'ün okuduğu kitaplar arasında felsefe ile ilgili 121, din konuları ile ilgili 161, askerlikle ilgili 261, siyasal bilimlerle ilgili 204, hukukla ilgili 150, dil bilimle ilgili 387, edebiyatla ilgili 544, tarih, coğrafya ve biyografi konularında ise 1233 kitap yer almaktadır.

Atatürk okuduğu tüm kitaplar üzerinde kırmızı ve mavi kalemlerle notlar almış, eleştiriler yapmıştır. Çalışma saatlerinin büyük bir bölümünü, üzerine çalıştığı konularla ilgili kitapları okuyarak geçirmiştir.

4 Haziran 2013 Salı

ALBAY REŞAT'IN İNTİHARI

Büyük Taarruz'da 57. Tümene hedef olarak, bir yıldan beri düşman tarafından çok kuvvetli olarak tahkim edilmiş olan Kızıltaş, Çiğiltepe ve Kızlar yaylası gibi birbirinden sarp üç bölge verilmişti.
57.Tümen yaptığı taarruzla ilk hedef olan Kızıltaş'ı ele geçirmesine rağmen, düşman tarafından çok iyi savunulan Çiğiltepe'yi bir türlü ele geçiremiyordu. Tümen Komutanı Albay Reşat en ileri hatlarda erlerle beraber düşmana karşı çarpışarak erlerin moralini düzeltiyor, fakat Tümenin taarruz temposu gittikçe yavaşlıyordu.

Biraz sonra Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın telefonla emri gelmişti. Paşa emirde " Reşat Bey, Tümeninizin harekatı yavaşladı, bütün cephe durumuna tesir ediyorsunuz." diyordu. Bunun üzerine Tümen taarruzlarına aralıksız devam etti. Albay Reşat son taarruzundan evvel emir subayı ile : " Paşa'ya söyleyiniz, Çiğiltepe yarım saate kadar alınacaktır, müsterih olsunlar " haberini gönderdi. Muharebe tekrar şiddetlendi. Düşman karşı taarruzlarla bu taarruzu da sonuçsuz bıraktı. Yarım saat dolduğu halde Çiğiltepe hala ele geçirilmemişti.

Bunun üzerine Albay Reşat bir kağıda birşeyler yazarak emir subayına verdi. Bu kağıtta : " Verdiğim sözü yerine getiremedim artık yaşayamam " sözcükleri yazılıydı. Albay Reşat hemen oracıkta tabancasıyla yaşamına son vermişti.

Komutanlarını bu tepenin alınamayışından dolayı yitirdiklerini işiten Tümen personeli Albay Reşat'ın ölümünden yarım saat sonra Çiğiltepe'yi ele geçirdi. Verilen söz yerine getirilmişti fakat Albay Reşat zaferi görememişti.

2 Haziran 2013 Pazar

ÇINAR AĞACININ TEK BİR DALI İÇİN

Mustafa Kemal Paşa, 1930 yılında, Yalova'da inşa edilen köşkü görmeye gittiğinde, orada çalışanlar yandaki çınar ağacının dalının köşkün çatısına vurduğunu, çatı ve duvara zarar verdiğini söyleyerek, kendisinden çınarın köşke uzanan dalını kesmek için izin istediler.

Gazi bu isteği derhal reddederek, çınar ağacının dalının kesilmesi yerine, binanın biraz ileriye alınmasını emretti.


Bu emir karşısında herkes şaşakaldı, ne yapacağını şaşırdı, Gazinin kendilerine şaka yapıyor olabileceğini düşündüler. 

Ama Gazi şaka yapmıyordu ve gayet ciddiydi. Onun için çınar ağacının tek bir dalı bile çok değerliydi ve onu kurtarabilmek için binanın kaydırılmasını istiyordu.

Bu görev İstanbul Belediyesine verildi ve bina  Belediyenin Başmühendisi Ali Galip Bey ve ekibi tarafından tramvay rayları üzerinde yaklaşık beş metre doğuya kaydırıldı.

Böylelikle köşk yıkılmaktan, çınar ağacı kesilmekten kurtuldu. Ve bu köşkün adı tarihe YÜRÜYEN KÖŞK olarak geçti.


TAARRUZUN ON BEŞİNCİ GÜNÜ İZMİRDEYİZ


24 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Paşa Ankara'dan hareket etti. Afyon'un güneyinde geceyi geçirdi. 25-26 Ağustos gecesi Kocatepe'nin hemen güneyindeki Başkomutanlık Karargahına geldi. Şafakla beraber saldırı emrini verdi. Ve 26 Ağustos sabahı Türk topçusunun muhteşem top atışlarıyla büyük taarruz başladı.

Mustafa Kemal Paşa, Ankara'dan hareket edeceği günün akşamını, Keçiören'de yakın arkadaşlarıyla beraber geçirmişti. Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu. Yanındakilere :

- Taarruz haberini alınca hesap ediniz. On beşinci günü İzmir'deyiz, demişti. Acaba içkinin tesiri mi idi? Arkasından hafifçe gülüştüler bile... İzmir'den dönüşünde karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarının bir ikisini görünce:

- Bir gün yanılmışım, dedi, ama kusur ben de değil düşmanda!

İzmir'e taarruzun on dördüncü günü girmişti.

1 Haziran 2013 Cumartesi

HALKIN ŞEREFİNE İÇEN BÜYÜK GAZİ

1925 yılı bir yaz günüydü. İzmir'de Kordonboyu'nda, Atatürk'e tahsis edilen evin mermer sofrasında büyükçe bir sofra etrafında toplanılmıştı.İçiliyor ve konuşuluyordu.

Kordon üzerindeki kapılar ve pencereler açıktı. Halk üst üste yığılmış, içeriyi seyrediyordu. Başyever Binbaşı Rasuhi kalktı, pencereleri ve kapıyı kapattı.

Gazi Mustafa Kemal niçin kapatıldığını sordu. Halk bakıyor'da onun için dediler.

Gazi, kapıların ve pencerelerin kanatlarını açtırdı ve sofrayı kapıya yaklaştırttı. Kadehini birkaç defa kaldırdı. Halkın şerefine içti. Dışarıda bir alkış tufanıdır koptu. Vakit ilerledikçe halk dağılmaya başladı. Nihayet kimse kalmadı.

Paşa "Rasuhi Bey," dedi. "Haydi şimdi davet edelim bakalım kimse gelir mi? Halkın seyrinden, merakından değil, alakasızlığından, küskünlüğünden korkmalı. Şimdi onlara Mustafa Kemal içiyor, sarhoşun biridir derlerse, evet, biz onu gördük, başka neyi, ne günahı var, bize onu söyleyin derler. Ve beni müdafaa ederler." demişti.