15 Aralık 2013 Pazar

KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR

Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve layık olan köylüdür. Diyebilirim ki, bugünkü felaket ve yoksulluğun tek sebebi bu gerçeği görememiş olmamızdır. Gerçekten, yedi asırdan beri dünyanın muhtelif taraflarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinde alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima küçük ve hor görerek mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak derecesine indirmek istediğimiz bu gerçek sahibin huzurunda tam bir utanç ve saygı ile gerçek yerimizi alalım. Efendiler! Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını yeni ekonomik tedbirlerle son hadde eriştirmeliyiz. Köylünün çalışmasının neticeleri ve verimlerini, kendi menfaati lehine son hadde çıkarmak, ekonomik siyasetimizin temel ruhudur.

K. ATATÜRK (1922)

4 Aralık 2013 Çarşamba

FELEK HER TÜRLÜ ESHAB-I CEFASIN TOPLASIN GELSİN

Manastır Askeri İdadisini başarı ile bitiren Mustafa Kemal İstanbul'a gelerek Harp Okulunda eğitime başlar. Burada Ali Fuat (Cebesoy), en yakın arkadaşıdır. Ali Fuat Cebesoy'un anlattıklarına göre Mustafa Kemal'deki Namık Kemal sevgisi artık iyice kuvvetlenmişti. Onlar büyük vatan şairi Namık Kemal'in, okul yönetiminin almış olduğu bütün tedbirlere rağmen,vatan şiirlerini yatakhanede gizli gizli okuyorlardı. Ali Fuat Cebesoy anılarında şöyle devam ediyor. 

"Mustafa Kemal'in bir gece vakti yanıma gelerek Namık Kemal'in "Vatan Kasidesi"nin teksir edilmiş bir nüshasını :

-Fuat kardeşim, bunu ezberleyelim, diye bana verirken yavaş sesle fakat büyük heyecanla okuduğu:

'Felek her türlü eshab-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten', mısraları nasıl unutulabilir...

2 Aralık 2013 Pazartesi

BURADA BİR İĞDE AĞACI OLACAKTI

Profesör Doktor Afet İnan anlatıyor:

1937 yılının bahar mevsimi idi. Gazi Orman Çiftliğine Akköprü tarafındaki yoldan gidiyorduk. Çiftliğin o parçası meyve bahçesi haline getirilmiş, fidanlar sıra sıra dikilmişti. Şimdi gölgeliği ve bol yeşilliği ile çok güzel olan bu yolboyu, o zamanlar henüz küçük, çelimsiz ağaçların sıralandığı, yaz mevsiminde dahi pek gölgesi olmayan bir yerdi.

Atatürk bu eski çıplak topraklar üzerindeki meyve bahçesi haline gelmiş olan bu yerlere neşe içinde bakıyordu. Şimdi uzun kavak ağaçlarının bulunduğu yol kenarında işçiler çalışıyor ve fidan dikiyorlardı. Atatürk birden şoföre:

-Dur! diye bağırdı. Otomobilden inerek, çalışan işçilere:

-Burada bir iğde ağacı olacaktı, o nerede? diye sordu.

Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Atatürk'ün biraz evvelki neşesi kalmamıştı.

Yol boyunca yürüyerek iğde ağacını aradık. 

-İğde eski ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşayan ve baharda hoş kokularını etrafa saçan, güzel bir ağaçtı, diyordu...