30 Eylül 2013 Pazartesi

28 Eylül 2013 Cumartesi

AH ŞU ÇILGIN TÜRKLER

Unutturulmak istenen milli mücadele tarihini ve Atatürk'ü Türk gencine ve Türk milletine yeniden tanıtan, öğreten ve sevdiren büyük insan, büyük vatansever, büyük usta Turgut Özakman nur içinde yat, mekanın cennet olsun. 




Sen herkese ve özellikle içimizdeki hainlere Çılgın Türklerin soyunun tükenmediğini ve ilelebete kadar devam edeceğini bir kez daha gösterdin. Ve tarihe adını altın harflerle yazdırdın. Büyük Atatürk'ün dediği gibi tarihi yazarken tarih yapanlara ihanet etmedin. Ruhun şad olsun...


23 Eylül 2013 Pazartesi

TÜRKİYE CUMHURİYETİ TÜRK MİLLETİNİN ÖZ VE AZİZ MALIDIR

Hasan Rıza Soyak anlatıyor :


Konya Valisi İzzet Bey, bugün Vali Konağı olarak kullanılmakta olan  köşkte Atatürk onuruna bir ziyafet vermiş, yemeğe Konya milletvekillerini de davet etmişti. Yemekte Milli Mücadele’den söz açılmıştı. Tatlı bir sohbet vardı ve Atatürk çok neşelenmişti. Bu esnada milletvekillerinden Refik Bey (Refik Koraltan) Atatürk’e hitaben:

-Her şeyi yapan sensin, bütün varlığımızı sana borçluyuz; sen olmasaydın, başka hiç kimse, hiçbir şey yapamazdı. Allah seni başımızdan eksik etmesin, dedi.

Atatürk’ün neşesi kaçmış bunalmaya başlamıştı; bahsi kapatmak  istedi:

-Beyefendi bütün yapılanlar, herkesten önce büyük Türk milletinin eseridir; onun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan bizler ise, ancak onun şuurlu fedakarlığı sayesinde fikir ve iman birliği içinde ortak vazife görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız. Hakikat bundan ibarettir, dedi.

Refik Bey:

- Paşam bu kadar yüksek tevazuya tahammülümüz yoktur, diye atıldı.

Atatürk artık iyice sinirlenmişti; sesini biraz yükselterek cevap verdi:

-Efendim; izin veriniz... Ortada tevazu filan yok...Gerçeğin ifadesi vardır. Size bir şeyi hatırlatacağım; elbette dikkat  etmişsinizdir; ben karşımıza çıkan sorunlar hakkında, her zaman uzun  uzadıya konuşur, istişarelerde bulunurum; herkesi konuşturur ve dinlerim.  İtiraf edeyim ki, konuşulacak sorunların çözüm şekilleri hakkında doğru ve  detaylı bir fikre sahip olmadan müzakerelere girdiğim olmamıştır; bu  konularda, ancak arkadaşlarımı yani sizleri dinledikten sonradır ki kanaate varmışımdır. Yani tatbikatta olduğu gibi, verilen kararlarda da hepinizin hissesi vardır; bunu bilesiniz. 

Biraz sustuktan sonra devam etti:

-Şimdi konunun asıl ince noktasına geliyorum. Beyefendi, içeride ve  dışarıda şahsıma karşı suikastler tertip edilmesinin sebep ve hikmeti nedir, hiç  düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle şahsi bir alıp  verecekleri mi vardır? Hayır! İntikam hissiyle mi hareket ediyorlardır? O da  değil... O halde neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar? Cevap vereyim; çünkü, inkılapçı Türkiye Cumhuriyeti’nin benimle kaim olduğuna, ben gidince yıkılacağına, bu suretle haince emellerine  kavuşacaklarına inanıyorlar da ondan... Sizin sözlerinizin de onların sakat  muhakemesine uygun olduğunu bilmem fark ediyor musunuz? Çok rica ederim Beyefendi... Eğer samimi iseniz; bu fikri kafanızdan  çıkarınız. Hatta böyle düşünenlere rastlarsanız, onlara da aynı şeyi ihtar  ediniz. Herkes milli vazife ve sorumluluğunu bilmeli ve ülke sorunları üzerinde  o zihniyetle düşünüp çalışmayı itiyat edinmelidir.

Sonra sofradakilere döndü:

-Efendiler, dedi; size şunu söyleyeyim ki, inkılapçı Türkiye  Cumhuriyeti’ni benim şahsımla kaim zannedenler çok aldanıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti her manası ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyen payidar olacaktır. Şimdi rica ederim artık bu konuyu kapayalım, bir daha da tekrar etmeyelim.”


20 Eylül 2013 Cuma

EN GERÇEK TARİKAT

Ölülerden yardım istemek, medeni bir toplum için ayıptır. Mevcut tarikatların gayesi kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevi ve manevi olan hayatta saadete eriştirmekten başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün genişliğiyle medeniyetin alevi karşısında filan veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır.

M.K.ATATÜRK(1925)

19 Eylül 2013 Perşembe

TARİHTE BUGÜN (MUSTAFA KEMAL PAŞA'YA GAZİ VE MAREŞAL UNVANI VERİLMESİ)

Mustafa Kemal Paşa, Başkumandan seçildiği 5 Ağustos 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada:

“Düşmanı yüzde yüz yeneceğimize olan inanç ve güvenimi yüksek kurulunuza, millet ve dünyaya karşı ilan ederim.” demişti.

Ve sözünü yerine getirerek düşmanı Sakarya’da yenilgiye uğratmıştır. Sakarya Zaferi ile Yunan ordusunun saldırı gücü kırılmış ve Yunanlılar savunma durumuna geçmek zorunda kalmıştır. Bu zafer sayesinde milletin, orduya ve Kurtuluş Savaşı’nı yönetenlere olan güveni artmış, TBMM Hükümeti, Türk milletinin gerçek temsilcisi olduğunu kanıtlayarak çeşitli ülkelerle antlaşmalar imzalamıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi de 19 Eylül 1921 tarihinde yaptığı toplantıda Sakarya Meydan Muharebesi’nin Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa’ya bu büyük başarısından dolayı “Gazi” unvanı ile askeri rütbelerin en büyüğü olan “Mareşal” rütbesini verdi.

İşte bu vesileyle her yıl 19 Eylül Gaziler Günü olarak kutlanmaktadır. 

Üzerinde yaşadığımız toprakların stratejik önemi, Türk Milleti'nin farkında olmadığı fakat sahip olduğu üstün özellikler, bulunduğumuz coğrafyada yaşanan krizler vs. sebeplerle hep savaşın veya savaşların içinde buluyoruz kendimizi. İstiklal Harbinden bugüne, Kore Savaşı'nda, Kıbrıs Barış Harekatı'nda ve  terör örgütüyle mücadele kapsamında yapılan operasyonlarda binlerce şehit ve gazi verdik. Bugün camilerde ezanlarımız okunmaya devam ediyorsa, bayrağımız göklerde dalgalanmaya devam ediyorsa, her şeye rağmen bağımsız bir şekilde yaşayabiliyorsak işte bu kahramanlar sayesindedir. Yaşarken kıymetini bilemediğimiz gazilerimiz, bu vatan için canlarını seve seve feda eden kahraman şehitlerimiz sayesindedir.

En azından bugün bu kahramanları hatırlayalım ve kendilerine şükranlarımızı sunalım...

Tüm şehitlerimizi ve ebediyete göçmüş gazilerimizi rahmetle ve şükranla anıyor, kahraman gazilerimiz büyük bir minnet ve şükranla selamlıyor, hepsine uzun ömürler diliyorum.

Sağolun, Varolun, Bugün olmasa bile mutlaka bir gün bu vatana olan hizmetleriniz takdirle ve minnetle anılacaktır...

18 Eylül 2013 Çarşamba

İLK TÜRKÇE EZAN (18 EYLÜL 1932)

"Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın

Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın."

Ziya Gökalp'in "Vatan" adlı şiirinde özlemini duyduğu vatan artık gerçekleşmişti. Gazi'nin çabaları sonucu Kuran-ı Kerim'in Elmalılı Hamdi Hoca tarafından Tükçe meali hazırlanmış, kutsal kitabımız anlaşılır bir hale gelmiş, hutbe ve duaların Türkçe okunmasına karar verilmiş ve nihayetinde 18 Eylül 1932'de ilk Türkçe ezan camilerimizde okunmuştu.(1950 yılına kadar ezan camilerimizde Türkçe okunmuştur. 1950 yılında Demokrat Parti tarafından bu uygulama kaldırılmış, tekrar ezan Arapça okunmaya başlanmıştır.)

Artık vatandaş dinimiz neyi emrediyor, Yüce Allah bizden neler istiyor, neler doğru, neler yanlış gibi konuları rahatlıkla anlayabiliyordu. Din sömürüsü yapanlar, dini siyasete alet edenler artık müslümanları kolay kolay kandıramayacaklardı...

Zaten Kutsal Kitabımız Kuranı Kerim Yüce Allah tarafından okunsun, anlaşılsın diye gönderilmedi mi? Aksini söyleyebilmek mümkün mü? 

Türklerin Müslümanlığı kabulunden yaklaşık 15 asır sonra Kuran-ı Kerim Mustafa Kemal Paşa'nın gayretleri sayesinde ancak Türkçeye çevrilebilmiştir. O dönem Elmalılı Hamdi Hoca tarafından  yapılan meal hala en iyi mealler arasındadır ve din alimleri arasında ayrı bir yeri vardır.

İşte dinsizlikle suçlanan, yobaz ve din tüccarları tarafından sevilmeyen Mustafa Kemal'in en büyük suçu budur!
Dini anlaşılır hale getirmiş, din tüccarlarının en büyük kozunu ellerinden almıştır....


17 Eylül 2013 Salı

MEMLEKETE HİZMET EDENLER

Hakikaten memlekete hizmet etmek isteyenlerin kalbi açık olmalıdır; açık söylemelidirler. Millet ile, milleti sevk ve idare edenler çok açık görüşmelidirler. Olan şeyler ve yapılacak şeyler olduğu gibi ifade olunmalıdır. Yoksa safsatalar ile milleti aldatmak, onu birbirine düşürmek demektir. Kuralımız, daima millete karşı hakikatleri ifade olmalıdır. Milleti aydınlatma , bu demektir. Millete hakikati izah edenler, kendilerinin de aldanmadığına emin olmalıdır. Arkadaşlar, benim bütün hayatımda takip ettiğim meslek budur!

M. KEMAL ATATÜRK (1923)

16 Eylül 2013 Pazartesi

İSMET İNÖNÜ: BÜYÜK GAZİ!

Büyük Gazi, on seneden fazladır Türk milletinin davası için arkandan koşuyoruz. Sen yaşa! Senin arkandan gelmekte muhakkak başarıya yürümenin ferahlığı vardır. Sen ebediyete intikal edince, Türk nesilleri senin izinden yürüyecektir. Türk milletinin büyük davasının çıkar yolu, ancak senin izindir.

Cumhuriyet nesli; sağ bulundukça Gazi'nin hayatı etrafında, yarın gözünü kapadığı zaman ise onun mefkuresi, Onun mezarı etrafında, bu milletin en yüksek hislerini ve emellerini geleceğe taşıyacaktır.

İSMET İNÖNÜ(1932)

14 Eylül 2013 Cumartesi

ANARŞİYİ ŞİDDETLE BASTIRIR FAKAT...

Halil Menteşe ( 2. Meşrutiyette on yıl, cumhuriyet döneminde de on beş yıl milletvekilliği yapmıştır.) anlatıyor :

"Anarşi cereyanları baş gösterince cüretle üzerine varır, şiddetle bastırır fakat vaziyete hakim olunca şiddette ısrar etmez, uzlaşma yoluna girerdi.

Robespierre ve diğer büyük ihtilalcilerin yaptığı gibi şiddette ısrar etmiş olsaydı, neticeler hem kendisi, hem de memleket için felaketli olurdu.

Ölüme yaklaştığını hisseder hissetmez, TBMM'den bir af kanunu istedi. Vatan dışı yapılan yüzelliliklerinde bu listeye dahil edilmesini istedi. Normal zamanda böyle bir talep mecliste büyük münakaşalar doğurabilirdi. Büyük meclis onun son arzusuna huşuyla hürmet gösterdi. Af teklifini kabul etti. Bu suretle gelecek nesillere milli selametin birlik ve beraberlikte olduğunu işaret ve bütün varlığını millete devirle vatanseverlikte feragatin en yüksek örneğini vererek yaşarken daima büyük kalan Atatürk, ölürken en büyük olarak ebediyete intikal etti ve tabutu etrafına bütün milletlerin delegelerini toplayarak denilebilir ki bugünlerin Birleşmiş Milletler Kurulu'nun ilk örneğini verdi. Ruhu şad olsun"

13 Eylül 2013 Cuma

MİLLETLE BULUŞMA

Salih Bozok anlatıyor :

İzmir yolunda ilerliyorduk. Köylüler askerlerimizin girişini seyrediyorlar onlara kırık testilerle su taşıyorlar, yürekten minnetlerini anlatmak ihtiyacıyla çırpınıyorlardı. Evleri yanmış ve dünyada sırtlarındaki donlarından ve gömleklerinden başka bir şeyleri kalmamış insanların ikram etmek arzusunu görseydi, yüreksiz Neron (Kızıp Roma şehrini yakan dünyanın en zalim insanı olarak kabul edilen Roma imparatoru.) bile kör oluncaya kadar gözyaşı dökebilirdi.

Tam yanlarına vardığımız sırada, bir nakliye konvoyu geçmemize engel oldu. Otomobil durdu. Mustafa Kemal Paşa istediği bir sigarayı yakmak üzere gözlüklerini kaldırdı. O sırada otomobilin yakınına sokulan sakallı bir ihtiyar, koynundan muşamba rengini almış buruşuk bir kağıt çıkardı. Önce kağıdı, sonra dikkatle Mustafa Kemal Paşa'yı süzdü. Yine kağıda yine Paşa'ya baktı. Bu hareketi üçüncü defa tekrarladıktan sonra, şimdi hatırladıkça tüylerimi ürperten bir sesle:

-Bu sensin! dedi.

Ve arkasını dönerek, köylülere heyecanla bağırdı.

-Mustafa Kemal! dedi... Mustafa Kemal!...

Bu feryadı duyanların nasıl birbirine karıştığını tasavvur edemezsiniz.

Biz bütün gayretimize rağmen onların birbirini çiğneyerek otomobile dolmalarına engel olamadık. Çünkü onlar, şuurun dışına taşmış bir sevgiden kuvvet alıyorlardı. Gazi Paşa'nın yüzünü, ellerini öpüyorlar, çizmesinin tozlarını sürme gibi gözlerine çekiyorlardı.

11 Eylül 2013 Çarşamba

NURİ CONKER'DEN KUMANDAN OLMAZ!

Atatürk her vesileyle çocukluk arkadaşı Nuri Conker'e takılıyor, onu kızdırıyordu. Nuri Bey, Birinci Dünya Savaşı'nda Bitlis ve civarında bir tümen komutanı olarak Atatürk'ün emrinde çalışmıştı. Atatürk bu günlerden bahsederken:

-Nuri Conker her şey olabilir ama kumandan olamaz, hep aynı şeyi söylüyorum çünkü böyle, dedi.

Nuri Bey hiddetle ayağa kalktı ve haykırdı:

-Arkadaşlar, nafile yoruluyoruz. Bu zatı memnun etmek mümkün değildir! Bu efendi, kendisini o kadar büyük görür ki, her hareket, her başarı onun nazarında önemini kaybeder!

Sonra Atatürk'e dönerek devam eder :

-Yahu! Su bulunmayan Kerbela gibi çöl sahralarında sana dondurma yedirmedim mi? Daha ne yapmalı ki, sana yaranmalı?

Atatürk'ün dudaklarında alaylı tebessümler uçuşuyordu :

-Görüyorsunuz ya! diye cevap verdi. Nuri Bey kumandanlık vazifesini, büyüğüne dondurma yedirmekle yapmış olduğunu zannediyor...

10 Eylül 2013 Salı

İKİ MUSTAFA KEMAL VARDIR

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal...İkinci Mustafa Kemal, onu ben kelimesiyle ifade edemem; o ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmini içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

M.K.ATATÜRK (1933)

6 Eylül 2013 Cuma

BU ADAM ZEKİDİR, TEDBİRLİDİR

Dönemin Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşek anlatıyor :

Lozan Konferansına gidecek heyetimize kim başkanlık edecek? Bir türlü karar verilemiyor. Gazi yazıhanesinde, kahvesini yudumlarken etrafına toplanmış milletvekilleriyle konuşuyor, diyor ki :

-Arkadaşlar, şu Baştemsilciyi hala seçemediniz. Vakit geçiyor. Seçildikten sonra da hazırlanıp yola çıkması için zamana ihtiyaç var. Rica ederim bu işi bir an önce kararlaştırın, bitirin artık!

Cevap veriyorlar :

-Doğru paşam, ama siz de İsmet Paşa'yı istiyorsunuz. Nasıl yapalım? Olacak iş mi bu, İsmet Paşa Baştemsilci olabilir mi ?

Gazi gülümsüyor :

-Hakkınız var, arkadaşlar... Siz İsmet Paşa'yı tanımıyorsunuz, onun yalnız askerlik tarafını biliyorsunuz, çünkü ömrü cephede geçti. Ankara'da pek az süre kaldı. Tanımaya vakit ve imkan bulamadınız. Bu adam zekidir, tedbirlidir. Bilhassa ileriyi görüş ve tetkik özelliği güçlüdür. Örneğin, içinizden birini şu masayı devirmeye memur etsem, iki, üç, nihayet dört şekilde devirebilir... Oysa ki İsmet Paşa, bunu sekiz on şekilde devirmek gücüne sahiptir.

Bu söz İsmet Paşa üstünde oybirliğiyle durulmasına yeterli geldi. Gazi küçüçük bir örnekle, düşüncesini kabul ettirmesini bilmişti.

TÜRK BUDUR!


Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit edemediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmuruyla yıkandı.; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından, evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

M.Kemal ATATÜRK

4 Eylül 2013 Çarşamba

HASAN TAHSİN KİMDİR

HASAN TAHSİN (1888-1919)

Gerçek adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin, Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde hukuk ve felsefe eğitimi gördü. Dönüşünde İttihat ve Terakki'ye katıldı. 1. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Bükreş'te iki İngiliz diplomata suikast suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2 yıl sonra Osmanlı birlikleri Bükreş'e girince serbest bırakıldı. İzmir'de gazete çıkarmaya başladı. Gazetesi kapatıldıkça yeni isimle bir başkasını çıkarıyordu. Yunanlıların İzmir'i işgal edeceği duyulunca Reddi İlhak bildirisini hazırladı. 15 Mayıs 1919 günü, İzmir'de karaya çıkan Yunan askerlerine ilk kurşunu sıkarak, bir Yunan bayraktarını öldürdü. Yunan askerleri tarafından olay yerinde şehit edildi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin ilk kurşunu attığı için İzmir Konak Meydanı'na 1973'te  "İlk Kurşun Anıtı" dikildi.

2 Eylül 2013 Pazartesi

ESKİŞEHİR HAKKINDA

Eskişehir'i ve Eskişehir halkını çoktan tanırım, çok iyi tanırım. Mücadeleye başladığımız ilk zamanlarda bir taraftan Yunanlılar İzmir'e çıkmışlardı, diğer taraftan İstanbul'da Halife ve padişah namı altında bulunan zat, birçok heyetler tertip ederek her tarafa saldırdığı gibi buraya da Hamdi Paşa'yı göndermişti. Onun dayanağı olarak bir Ecnebi kuvveti de burada bulunuyordu. Eskişehir'in içinde ve yakınında düşman kuvvetleri vardı, bizim kuvvetimiz de hiç yok idi.Öyle iken halk, vatanperverlikten kahramanlıktan geri kalmadı. Eskişehirliler, bize çok yardım etmişlerdir. Bunu ordu, millet namına burada tekrar etmeyi bir vazife bilirim. Ondan sonra, askeri harekatın icabı olarak ordumuz, Eskişehir'e ve Eskişehir halkına fedakarlık yüklemek mecburiyetinde kaldı. Bu fedakarlık büyük kayıpları icap ettiriyordu. Ordunun mevcudiyetini kurtarmak için bu lazımdı. Eskişehirliler bu felakete katlanmasını bildiler. Düşman şehre girdi, burasını bir zulüm ve ateş yuvası haline koydu. İşte tahribatın izlerini görüyoruz. Şehir halkı bütün bunlara göğüs gerdi. Tebrik ederim.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
ESKİŞEHİR 1923

1 Eylül 2013 Pazar

CEKETİMİ YASTIK YAPAYIM DEDİM, ÜŞÜDÜM

İzmir Zafer'inden sonra trenle Gazi trenle Ankara'ya dönmüştü. Vali daha önceki istasyonlardan birinde Gazi'yi karşılamaya gitti. 

-Paşam nerededir ? diye sordu.

-Daha giyinmedi, dediler.

Vali, Gazi'nin ahbabı idi. Biraz teklifsizliğe vurarak kompartıman kapısına kadar gitti. Kapıdan :

-Büsbütün çıplak değilsiniz ya efendim.... dedi. Gazi cevap verdi.

-Hayır, ceketsizim.

Vali içeri girdi. Atatürk ahbabına bakarak :

-Uyuyamadım, dedi. Battaniye, yastık koymamışlar. Koluma dayandım, ağrıdı. Ceketimi yastık yapayım dedim, üşüdüm. Uyuyamadım, kalktım.

-Peki ama efendim niçin haber vermediniz?

Gülümseyerek cevap verdi :

-Hepsi de benim kadar uykusuzdular. Rahatsız etmek istemedim.