15 Aralık 2013 Pazar

KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR

Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve layık olan köylüdür. Diyebilirim ki, bugünkü felaket ve yoksulluğun tek sebebi bu gerçeği görememiş olmamızdır. Gerçekten, yedi asırdan beri dünyanın muhtelif taraflarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinde alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima küçük ve hor görerek mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlık ve ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak derecesine indirmek istediğimiz bu gerçek sahibin huzurunda tam bir utanç ve saygı ile gerçek yerimizi alalım. Efendiler! Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını yeni ekonomik tedbirlerle son hadde eriştirmeliyiz. Köylünün çalışmasının neticeleri ve verimlerini, kendi menfaati lehine son hadde çıkarmak, ekonomik siyasetimizin temel ruhudur.

K. ATATÜRK (1922)

4 Aralık 2013 Çarşamba

FELEK HER TÜRLÜ ESHAB-I CEFASIN TOPLASIN GELSİN

Manastır Askeri İdadisini başarı ile bitiren Mustafa Kemal İstanbul'a gelerek Harp Okulunda eğitime başlar. Burada Ali Fuat (Cebesoy), en yakın arkadaşıdır. Ali Fuat Cebesoy'un anlattıklarına göre Mustafa Kemal'deki Namık Kemal sevgisi artık iyice kuvvetlenmişti. Onlar büyük vatan şairi Namık Kemal'in, okul yönetiminin almış olduğu bütün tedbirlere rağmen,vatan şiirlerini yatakhanede gizli gizli okuyorlardı. Ali Fuat Cebesoy anılarında şöyle devam ediyor. 

"Mustafa Kemal'in bir gece vakti yanıma gelerek Namık Kemal'in "Vatan Kasidesi"nin teksir edilmiş bir nüshasını :

-Fuat kardeşim, bunu ezberleyelim, diye bana verirken yavaş sesle fakat büyük heyecanla okuduğu:

'Felek her türlü eshab-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten', mısraları nasıl unutulabilir...

2 Aralık 2013 Pazartesi

BURADA BİR İĞDE AĞACI OLACAKTI

Profesör Doktor Afet İnan anlatıyor:

1937 yılının bahar mevsimi idi. Gazi Orman Çiftliğine Akköprü tarafındaki yoldan gidiyorduk. Çiftliğin o parçası meyve bahçesi haline getirilmiş, fidanlar sıra sıra dikilmişti. Şimdi gölgeliği ve bol yeşilliği ile çok güzel olan bu yolboyu, o zamanlar henüz küçük, çelimsiz ağaçların sıralandığı, yaz mevsiminde dahi pek gölgesi olmayan bir yerdi.

Atatürk bu eski çıplak topraklar üzerindeki meyve bahçesi haline gelmiş olan bu yerlere neşe içinde bakıyordu. Şimdi uzun kavak ağaçlarının bulunduğu yol kenarında işçiler çalışıyor ve fidan dikiyorlardı. Atatürk birden şoföre:

-Dur! diye bağırdı. Otomobilden inerek, çalışan işçilere:

-Burada bir iğde ağacı olacaktı, o nerede? diye sordu.

Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Atatürk'ün biraz evvelki neşesi kalmamıştı.

Yol boyunca yürüyerek iğde ağacını aradık. 

-İğde eski ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşayan ve baharda hoş kokularını etrafa saçan, güzel bir ağaçtı, diyordu...

24 Kasım 2013 Pazar

BAŞÖĞRETMEN MUSTAFA KEMAL VE ÖĞRETMENLER GÜNÜ

Öğretmenler Günü  pek çok ülkede 5 Ekim günü kutlanmaktadır. Bu günün öğretmenler günü olarak kutlanmasına 1994 tarihinde UNESCO'nun tavsiyesiyle karar verilmiştir. 5 Ekim gününün özelliği, 1966 yılında Paris’te gerçekleşen “Öğretmenlerin Statüsü Hükümetlerarası Özel Konferansı”’nın sona erip UNESCO temsilcileri ile ILOtarafından “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi”’ni oybirliği ile kabul edilişinin yıldönümü olmasıdır..

Türkiye’de ise her yıl 24 Kasım Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır.
24 Kasım 1928, Harf İnkılabından sonra yeni Türk alfabesini halk mekteplerinde Türk halkına kara tahta karşısında bizzat öğreten Mustafa Kemal Atatürk'ün "Millet Mektebleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" ünvanını 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu ünvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmiştir.
Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında onun "başöğretmen" oluşunun yıl dönümlerinde ülke çapında Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verilmiştir.

TÜM ÖĞRETMENLERİMİZİN ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN...

23 Kasım 2013 Cumartesi

ZAFERİ NEYLE KAZANDINIZ


Büyük Zaferden sonra Çankaya'da yapılan bir basın toplantısında gazeteciler, Mustafa Kemal'i soru

yağmuruna tutuyorlardı. İçlerinden genç bir gazeteci :

-Paşa Hazretleri, dedi. Zaferi neyle kazandınız?

Mustafa Kemal gülümseyerek cevap verdi :

- Telgraf telleriyle...

17 Kasım 2013 Pazar

MUSTAFA KEMAL'İN ÖĞRENİM HAYATI (HARP OKULU)

Mustafa Kemal Manastır Askeri Lisesinden mezun olduktan sonra, yüksek öğrenimine devam etmek üzere İstanbul Pangaltı'da bulunan Harbiye Mektebine gitmek için Selanik'ten vapura biner ve İstanbul'a, Payitahta hareket eder. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Makedonya'dan ilk defa ayrılır.

Harp Okuluna girişi 13 Mart 1899, apolet numarası 1283'dür. Harbiyeli Mustafa Kemal, Künye Defterine ; " Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahalleli Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza efendi'nin mahdunu, uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi selanik 96" olarak kaydedilecektir.

Mustafa Kemal altı kısma ayrılan birinci sınıfların birinci kısmında idi.  Kısım Çavuşu olan Mustafa Kemal Ispartalı Faik, Ömer Abdülkadir Yanya ve Ali Fuat Cebesoy ile birlikte birinci sırada oturuyordu. 

Birinci sene Piyade sınıfından eğitim ve öğtetimine devam eden 610 arkadaşı arasından 9. olarak ikinci sınıfa geçmiştir. Birinci sınıfta yaşadıklarını kendi hatıralarında şöyle anlatır :

"Birinci sınıfta gençlik hayallerine tutuldum. Dersleri ihmal ettim. Senenin nasıl geçtiğinin farkında olmadım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım."

İkinci sınıfı ise 420 arkadaşı arasından 11. olarak tamamlamıştır. Üçüncü sınıf eğitimini de başarıyla tamamlayan Mustafa Kemal, üç yıllık notlarının toplamı üzerinden  Harp okulundan 8. olarak mezun olmuştur. Sicil numarası 1901-Piyade-8 dir. 

Harbiyedeki arkadaşları öncelikle Manastır İdadisinden gelenlerdi. Bunlar arasında Ahmet Tevfik ilk sırayı almaktadır. Çocukluk arkadaşı Mustafa Nuri(Conker), Lütfi Müfit(Özdeş), Ali Fuat(Cebesoy), Arif(Ayıcı), Kazım(Karabekir), Ömer Naci, Kazım (Özalp), Ali Fethi(Okyar) onu takip eden arkadaşlarıydı. Bunların bazısı kendi devresi, bazıları da kendinden önce veya sonraki devrenin öğrencileri idi.

Mustafa Kemal'in Harbiyede öğrenime başladığı sırada okul komutanı Mustafa zeki Paşa idi. Daha sonra Çanakkale'de kendisine kolordu komutanlığı yapacak Esat Paşa okul komutanı olmuştur. 

Harp Okulundaki öğretmenleri arasından kendisini en çok etkileyenler iseFransızca Öğretmeni Necip Asım (Yazıksız) Bey, Talim Öğretmeni Rahmi Paşa,Binbaşı Fazıl Bey, Yüzbaşı Naci(İldeniz) Bey ve Teğmen Osman Efendi bulunuyordu.

Mustafa Kemal Harbiye Mektebinden Piyade Teğmen rütbesiyle mezun olmuş, kurmaylık sınavını kazanmış ve Harp akademisinde öğrenim görmeye hak kazanmıştır. 

Bundan sonraki öğrenim safhası Harp akademisidir...

Mustafa Kemal'in öğrenim hayatının diğer safhaları için buraya tıklayınız.

10 Kasım 2013 Pazar

SARI ZEYBEK'İN ÖLÜMLE DANSI

"Atatürk’ün karnı iyice şişmişti. Doktorlar bu suyun alınması gerektiğine karar verdiler. Operasyon başarı ile tamamlanmıştı ve Atatürk’ün karnından tam 12 litre su çıkartılmıştı.O geceden itibaren doktorlar, Atatürk’ün devamlı istirahat etmesi gerektiğini belirterek, ziyaretleri yasakladılar. Çok zorunlu haller dışında hastanın yanına kimse alınmayacak, fazla konuşturulmayacaktı. Bu tavsiyelere harfiyen uyulması için de en yakınındaki 5 kişi o geceden itibaren yan odada nöbet tutmaya başladılar. Bu nöbetler, 10 Kasım’a dek aralıksız devam etti.

Ekim’e girilirken Atatürk derin uykular uyuyor, sabahları bitkin uyanıyordu. Geceleri inlemeye ve sayıklamaya başlamıştı. Atatürk’ün sıhhi durumu iyice kötüleşmişti. İlk ağır koma 16 Ekim Pazar günü geldi. Durumu bir bildiriyle halka anlatıldı. Ülke ayağa kalkmıştı. Ülkenin üstüne adeta ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Türkiye nefesini tutmuş, Atası için dua ediyordu. Korkulan olmadı. Atatürk ölümü yenmişti.

Nihayet 29 Ekim gelmişti. Cumhuriyet 15. Yaş gününü kutluyordu. Atatürk ise Saray’da yatağında “Ah Ankara… Ah Ankara’ya gidemedik” diye yakınıyordu.

Atatürk 29 Ekim’den 7 Kasım’a kadar ki 10 günü yarı uyur, yarı uyanık halde geçirdi. Genellikle kendinde değildi.


7 Kasım sabahı arkaüstü yatarken tükürmeye başladı. Tükürüğünde kan vardı. Atatürk karnındaki suyun çekilmesini istedi. Doktorlar, onun son buyruğunu yerine getirdiler. Rahatlamıştı."

Can Dündar'ın bu müthiş kitap ve belgeselinde; Atatürk'ün son günleri, bilinmeyen öykülerle, farklı yönleriyle okuyucuların karşısına çıkıyor, hala okumayan varsa bu muhteşem yapıtı geç değil, alın ve okuyun...

Bir insan, bir lider, bir devrimci, bir deha ölüyor... Bir devir kapanıyor...

Ruhun şad olsun Yüce Atatürk, mekanın cennet olsun... Bu millet seni ve yaptıklarını asla unutmayacak...


1 Kasım 2013 Cuma

SALTANATIN KALDIRILMASI 1 KASIM 1922 (TARİHTE BUGÜN)

Milli mücadeleden sonra yapılacak olan barış konferansına Ankara Hükümeti ile İstanbul Hükümetinin birlikte çağırılması bardağı taşıran son damla olmuştu. Artık saltanatın kaldırılma vakti gelmişti. Zaten fiilen ortada ne bir padişah, ne de onun hükümeti vardı. Türk Halkı hakimiyetini Mustafa Kemal önderliğinde kendi eline geçirmişti.

Kanun teklifi meclise geldiğinde büyük tepkiler oluşmuş, muhalefet kanun tasarısının komisyonlarda görüşülmesini talep etmiş ve tasarı komisyonlarda görüşülmeye başlanmıştı. Ancak ortaya çıkan tablo saltanat ve hilafet yanlılarının bu görüşmeleri uzatacağını, ve bu tasarının kabul edilmemesi için zaman kazanmaya çalıştıklarını gösteriyordu.

Mustafa Kemal olaya müdahale etmek zorunda kaldı ve komisyon üyelerine şu muhteşem konuşmayı yaptı :


"Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır....Şimdi de, Türk milleti hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."

Bu muhteşem konuşmadan sonra 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanat kaldırıldı ve Cumhuriyete giden yolda çok önemli bir adım atıldı...

29 Ekim 2013 Salı

YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ

Türkiye Cumhuriyeti'nin 29 Ekim 1923'de ilanı ile 600 yıllık bir dünya devleti yıkılmış, anlayışı, sistemi ve idealleri farklı, yeni bir devlet doğmuştur.

Kavram ve sistem olarak Cumhuriyet son asır Türk düşünce hayatında ve Atatürk'ün fikir yapısında yeni oluşan bir kavram değildi. 

1860'lı yıllardan itibaren Yeni Osmanlı düşüncesinde tartışıldığı gibi, Atatürk'ün de 1923'den çok daha önceleri Türkiye'nin kurtuluşu için meşruti, monarşi tarzı bir yönetimin yeterli olmadığı düşünceleri bilinmekteydi.

Erzurum kongresi toplanmadan evvel, mücadele başarıya ulaştığında devlet şeklinin cumhuriyet olacağını yakın arkadaşlarına söylediğini biliyoruz.

Ancak Atatürk'ün her şeyi yeri ve zamanı geldiğinde uygulamaya koyma tarzındaki inkılapçılık anlayışı gereği, Cumhuriyetin ilanı bugünü bekledi.

Esasen 20 Ocak 1921 tarihli "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"nun birinci maddesiyle "Hakimiyet kayıtşız şartsız milletindi." Cumhuriyetin ilanı bu yönetim şeklinin ve bu anlayışın kanunlaşmasından öte bir şey değildi.

Lozan Anlaşması'nın imzalanması, Ankara'nın başkent olması gibi gelişmeler meclisteki muhalefeti artırmıştı. Hızla artan muhalefetle birlikte Mustafa Kemal'in beklediği vakitte gelmişti. 25-26 Ekim günleri hükümeti Çankaya'da toplayarak, istifa etmelerini ve mevcut hükümet üyelerinden yeni kurulacak hükümette görev kabul etmemelerini istedi. Böylece muhalefete hükümet kurma imkanı tanımıştı. Aslında bu açıktan açığa bir iktidar mücadelesi ve bir güç gösterisiydi. Bununla birlikte Mustafa Kemal muhalif grubun uyumlu bir hükümet kuracaklarına, kursalar bile ülkeyi yöneteceklerine ihtimal vermiyordu.

Bu gelişmeler üzerine Mecliste çeşitli hükümet listeleri oluşmaya başlamıştı ancak parti grubu bir türlü tek bir liste üzerinde birleşemiyordu. Yapılan listelerde mutlaka Mustafa Kemal'in ekibinden de bir veya birkaç kişi yer alıyor ve bunlar görev almayı reddettikleri için netice alınamıyordu. Parti genel başkanı olarak Mustafa Kemal gelişmeleri yakından takip ediyordu. 

28 Ekim akşamına kadar bir netice alınamayınca inisiyatifi yeniden ele alan Mustafa Kemal, arkadaşlarını Çankaya'da toplamış ve "Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz." diyerek yeni bir dönemin temelini atmıştır.

29 Ekim günü yapılan meclis görüşmelerinde Mustafa Kemalin İsmet Paşayla beraber hazırladığı Anayasa değişiklikleri büyük bir heyecan ve çoşkuyla kabul edilmiş, Cumhuriyetin ilanıyla beraber Mustafa Kemal oybirliğiyle Cumhurbaşkanlığına seçilmiş, ertesi günde Başbakanlık görevi İsmet Paşa'ya verilmiştir.



Cumhuriyetin 100. yılına doğru büyük hedeflerle(!) giderken geçmişte kazandıklarımızla bugünlerde kaybettiklerimizin mukayesesini iyi yapmak ve en azından elimizde kalanlara sahip çıkmak zorundayız.

Bu duygu ve düşüncelerle tüm yurttaşlarımızın Cumhuriyet bayramını kutluyor, aydınlık yarınlar diliyorum...

24 Ekim 2013 Perşembe

NAPOLYON DA GENÇ BİR GENERALDİ

Birinci Dünya Savaşı yılları, Mustafa Kemal Viyana'dadır. Rütbesi generaldir. Bir otelde kalmaktadır. Birçok yabancı general de bu otelde kalmaktadır. 

Mustafa Kemal yemek salonuna indikçe Avusturyalı bir diplomat ailenin kendisine küçümseyerek baktığını hisseder. Bir vesileyle bu aileyle tanışır. Avusturyalı aile ilk fırsatta Mustafa Kemal'e askerlikten bahis açarak bu mesleğin bilgi ile beraber tecrübeye de ihtiyacı olduğunu söylerler ve hemen arkasından da:

-Türk Ordusunda sizin gibi genç generaller çok mudur? diye sorarlar.

Mustafa Kemal bunlara unutamayacakları bir ders vermek ister. Ve iki gün sonra aynı aileyle birlikte yemek yerler. Mustafa Kemal, Avusturyalıların genç general Napolyon'a karşı kaybettikleri meşhur Olm Meydan Muharebesini anlatmaya başlar ve sözü şöyle bitirir:

-Evet muhterem baylar, Fransız Ordularını sevk ve idare eden Napolyon da Olm Meydan Muharebesini  kazandığında çok genç bir generaldi!

Avusturyalılar bundan sonra ne Mustafa Kemal ile yemek yemişler, ne de Türk generallerinden ve tarihten konu açmışlardır...

21 Ekim 2013 Pazartesi

HALKIN NEŞE VE HUZURUNU BOZMAMAK LAZIM

Muzaffer Kılıç anlatıyor :

Milli Mücadeleden sonra İzmir'i ziyarete gitmiştik. Naim Palas Oteli'nde bir ziyafette bulunuyorduk. Ata başka bir otelin bahçesinde çalan bandonun derhal getirtilmesini emretti. Biraz sonra kendisine, emirlerini niçin yerine getirmediğimi şu sözlerle izah ettim:

-Paşam, halk bandonun etrafında toplanmış, neşe içinde dans ediyor ve eğleniyor. Bunu bozmak istemediğimden bandoyu getirmedim. Af buyurunuz...

Ata bir an düşündü, sonra :

-İsabet ettin, hiçbir zaman ve hiçbir suretle halkın neşe ve huzurunu bozmamak lazım, dedi...

20 Ekim 2013 Pazar

ATATÜRK VE KAYIP KITA MU

Her şey 1930' lu yılların başında Atatürk'ün ileri sürdüğü "Türk Tarih Tezi" ile başlamıştı. Atatürk 1932 yılından sonra Türk Tarih Tezi'nin kayıp parçasının peşine düşmüştü. Türklerin Orta Asya'dan önceki ilk yurtlarını arıyordu. Bu amaçla 1932 yılında Kayıp Kıta Mu ve Mayalara ilgisi olan Tahsin Bey'i Meksika Büyükelçiliği'ne atadı. Tahsin Bey'in gizli görevi Türklerle eski Amerika halkları arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. 

Tahsin Bey yaptığı çalışmalar ve araştırmalar sonucunda şaşırtıcı gerçeklerle karşılaştı. Türkler MÖ 12000' lerde bir doğal afet sonucu Pasifik okyanusuna gömülen Kayıp Kıta Mu'dan Orta Asya'ya göçmüşlerdi....


Araştırmacı yazar Sinan MEYDAN'ın yazdığı ve belgelerle desteklenen bu kitapta Türklerin Orta Asyadan önce yaşamış olabilecekleri Kayıp Kıta MU ve Türkler arasındaki bağlantılar, daha önce bu konuda yapılan çalışma ve araştırmalar, Mustafa Kemal Atatürk'ün bu konuya olan yakın ilgisi ve çok daha fazlası anlatılıyor.

İşte bu kitap Atatürk'ün hiç bilinmeyen bir özelliğini ilk kez tüm boyutlarıyla ortaya çıkarmakta ve Atatürk'ün ömrünün son yıllarındaki büyük arayışına ışık tutmaktadır.

Bu kitapta okuyacaklarınıza hem çok şaşıracak, hem çok düşünecek, hem de büyük Atatürk'e bir kez daha hayran kalacaksınız...


19 Ekim 2013 Cumartesi

TÜRKÜN DOSTU YOKTUR

Dr. Semih Nafiz Tansu anlatıyor :

Atatürk, Ankara Erkek Lisesinde yapılan bir sınavda bulunuyordu.

Sınava giren çocuklardan biri sorulan soruya şöyle cevap vermişti:

"Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz gereği"...

Atatürk hemen öğrencinin sözünü keserek sordu:

-Hangi geleneksel dostluk? Bu da nereden çıktı, kim söyledi bunu?

O zaman coğrafya öğretmeni Atatürk’ün öfkesini azaltmak için:

-Ben söyledim Paşam diye yanıt verdi.

Gazi bu kez bana döndü.

-Sen söyle bakalım tarih hocası... deyince hemen ayağa kalkarak yanıt verdim:

-Paşam ortada geleneksel bir dostluk yoktur. Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları bu adı yakıştırmışlardır. Örneğin Kırım Savaşı’nda olduğu gibi...

Atatürk bu yanıtımdan hoşlandı.



-Aferin, dedi. Bu gerçekten böyledir. Ne yazık ki Türk’ün geleneksel  dostu yoktur. Ortak çıkarlar söz konusu olunca Avrupalılar hemen buna  geleneksel dostluk adını yakıştırmışlardır, dedi.

14 Ekim 2013 Pazartesi

DOĞUŞUMDAKİ TEK FEVKALADELİK


  • Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.

  • Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.

  • Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik TÜRK olarak dünyaya gelmemdir.

  • Bu memleket tarihte Türktü, halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.

  • Bir TÜRK dünyaya bedeldir.

4 Ekim 2013 Cuma

TÜRK BASINI

Türkiye basını, milletin gerçek ses ve iradesinin belirleme yeri olan Cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale meydana getirecektir. Bir fikir kalesi, düşünüş kalesi! Basınla ilgili kişilerden bunu istemek, Cumhuriyetin hakkıdır. Bugün milletin samimi olarak birlik ve dayanışma içinde bulunması zaruridir. Umumun kurtuluşu ve saadeti bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına gereği gibi eriştirmede basının vazifesi çok ve çok mühimdir...


M.K.ATATÜRK (1924)

30 Eylül 2013 Pazartesi

28 Eylül 2013 Cumartesi

AH ŞU ÇILGIN TÜRKLER

Unutturulmak istenen milli mücadele tarihini ve Atatürk'ü Türk gencine ve Türk milletine yeniden tanıtan, öğreten ve sevdiren büyük insan, büyük vatansever, büyük usta Turgut Özakman nur içinde yat, mekanın cennet olsun. 




Sen herkese ve özellikle içimizdeki hainlere Çılgın Türklerin soyunun tükenmediğini ve ilelebete kadar devam edeceğini bir kez daha gösterdin. Ve tarihe adını altın harflerle yazdırdın. Büyük Atatürk'ün dediği gibi tarihi yazarken tarih yapanlara ihanet etmedin. Ruhun şad olsun...


23 Eylül 2013 Pazartesi

TÜRKİYE CUMHURİYETİ TÜRK MİLLETİNİN ÖZ VE AZİZ MALIDIR

Hasan Rıza Soyak anlatıyor :


Konya Valisi İzzet Bey, bugün Vali Konağı olarak kullanılmakta olan  köşkte Atatürk onuruna bir ziyafet vermiş, yemeğe Konya milletvekillerini de davet etmişti. Yemekte Milli Mücadele’den söz açılmıştı. Tatlı bir sohbet vardı ve Atatürk çok neşelenmişti. Bu esnada milletvekillerinden Refik Bey (Refik Koraltan) Atatürk’e hitaben:

-Her şeyi yapan sensin, bütün varlığımızı sana borçluyuz; sen olmasaydın, başka hiç kimse, hiçbir şey yapamazdı. Allah seni başımızdan eksik etmesin, dedi.

Atatürk’ün neşesi kaçmış bunalmaya başlamıştı; bahsi kapatmak  istedi:

-Beyefendi bütün yapılanlar, herkesten önce büyük Türk milletinin eseridir; onun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan bizler ise, ancak onun şuurlu fedakarlığı sayesinde fikir ve iman birliği içinde ortak vazife görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız. Hakikat bundan ibarettir, dedi.

Refik Bey:

- Paşam bu kadar yüksek tevazuya tahammülümüz yoktur, diye atıldı.

Atatürk artık iyice sinirlenmişti; sesini biraz yükselterek cevap verdi:

-Efendim; izin veriniz... Ortada tevazu filan yok...Gerçeğin ifadesi vardır. Size bir şeyi hatırlatacağım; elbette dikkat  etmişsinizdir; ben karşımıza çıkan sorunlar hakkında, her zaman uzun  uzadıya konuşur, istişarelerde bulunurum; herkesi konuşturur ve dinlerim.  İtiraf edeyim ki, konuşulacak sorunların çözüm şekilleri hakkında doğru ve  detaylı bir fikre sahip olmadan müzakerelere girdiğim olmamıştır; bu  konularda, ancak arkadaşlarımı yani sizleri dinledikten sonradır ki kanaate varmışımdır. Yani tatbikatta olduğu gibi, verilen kararlarda da hepinizin hissesi vardır; bunu bilesiniz. 

Biraz sustuktan sonra devam etti:

-Şimdi konunun asıl ince noktasına geliyorum. Beyefendi, içeride ve  dışarıda şahsıma karşı suikastler tertip edilmesinin sebep ve hikmeti nedir, hiç  düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle şahsi bir alıp  verecekleri mi vardır? Hayır! İntikam hissiyle mi hareket ediyorlardır? O da  değil... O halde neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar? Cevap vereyim; çünkü, inkılapçı Türkiye Cumhuriyeti’nin benimle kaim olduğuna, ben gidince yıkılacağına, bu suretle haince emellerine  kavuşacaklarına inanıyorlar da ondan... Sizin sözlerinizin de onların sakat  muhakemesine uygun olduğunu bilmem fark ediyor musunuz? Çok rica ederim Beyefendi... Eğer samimi iseniz; bu fikri kafanızdan  çıkarınız. Hatta böyle düşünenlere rastlarsanız, onlara da aynı şeyi ihtar  ediniz. Herkes milli vazife ve sorumluluğunu bilmeli ve ülke sorunları üzerinde  o zihniyetle düşünüp çalışmayı itiyat edinmelidir.

Sonra sofradakilere döndü:

-Efendiler, dedi; size şunu söyleyeyim ki, inkılapçı Türkiye  Cumhuriyeti’ni benim şahsımla kaim zannedenler çok aldanıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti her manası ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyen payidar olacaktır. Şimdi rica ederim artık bu konuyu kapayalım, bir daha da tekrar etmeyelim.”


20 Eylül 2013 Cuma

EN GERÇEK TARİKAT

Ölülerden yardım istemek, medeni bir toplum için ayıptır. Mevcut tarikatların gayesi kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevi ve manevi olan hayatta saadete eriştirmekten başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün genişliğiyle medeniyetin alevi karşısında filan veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır.

M.K.ATATÜRK(1925)

19 Eylül 2013 Perşembe

TARİHTE BUGÜN (MUSTAFA KEMAL PAŞA'YA GAZİ VE MAREŞAL UNVANI VERİLMESİ)

Mustafa Kemal Paşa, Başkumandan seçildiği 5 Ağustos 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada:

“Düşmanı yüzde yüz yeneceğimize olan inanç ve güvenimi yüksek kurulunuza, millet ve dünyaya karşı ilan ederim.” demişti.

Ve sözünü yerine getirerek düşmanı Sakarya’da yenilgiye uğratmıştır. Sakarya Zaferi ile Yunan ordusunun saldırı gücü kırılmış ve Yunanlılar savunma durumuna geçmek zorunda kalmıştır. Bu zafer sayesinde milletin, orduya ve Kurtuluş Savaşı’nı yönetenlere olan güveni artmış, TBMM Hükümeti, Türk milletinin gerçek temsilcisi olduğunu kanıtlayarak çeşitli ülkelerle antlaşmalar imzalamıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi de 19 Eylül 1921 tarihinde yaptığı toplantıda Sakarya Meydan Muharebesi’nin Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa’ya bu büyük başarısından dolayı “Gazi” unvanı ile askeri rütbelerin en büyüğü olan “Mareşal” rütbesini verdi.

İşte bu vesileyle her yıl 19 Eylül Gaziler Günü olarak kutlanmaktadır. 

Üzerinde yaşadığımız toprakların stratejik önemi, Türk Milleti'nin farkında olmadığı fakat sahip olduğu üstün özellikler, bulunduğumuz coğrafyada yaşanan krizler vs. sebeplerle hep savaşın veya savaşların içinde buluyoruz kendimizi. İstiklal Harbinden bugüne, Kore Savaşı'nda, Kıbrıs Barış Harekatı'nda ve  terör örgütüyle mücadele kapsamında yapılan operasyonlarda binlerce şehit ve gazi verdik. Bugün camilerde ezanlarımız okunmaya devam ediyorsa, bayrağımız göklerde dalgalanmaya devam ediyorsa, her şeye rağmen bağımsız bir şekilde yaşayabiliyorsak işte bu kahramanlar sayesindedir. Yaşarken kıymetini bilemediğimiz gazilerimiz, bu vatan için canlarını seve seve feda eden kahraman şehitlerimiz sayesindedir.

En azından bugün bu kahramanları hatırlayalım ve kendilerine şükranlarımızı sunalım...

Tüm şehitlerimizi ve ebediyete göçmüş gazilerimizi rahmetle ve şükranla anıyor, kahraman gazilerimiz büyük bir minnet ve şükranla selamlıyor, hepsine uzun ömürler diliyorum.

Sağolun, Varolun, Bugün olmasa bile mutlaka bir gün bu vatana olan hizmetleriniz takdirle ve minnetle anılacaktır...

18 Eylül 2013 Çarşamba

İLK TÜRKÇE EZAN (18 EYLÜL 1932)

"Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın

Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın."

Ziya Gökalp'in "Vatan" adlı şiirinde özlemini duyduğu vatan artık gerçekleşmişti. Gazi'nin çabaları sonucu Kuran-ı Kerim'in Elmalılı Hamdi Hoca tarafından Tükçe meali hazırlanmış, kutsal kitabımız anlaşılır bir hale gelmiş, hutbe ve duaların Türkçe okunmasına karar verilmiş ve nihayetinde 18 Eylül 1932'de ilk Türkçe ezan camilerimizde okunmuştu.(1950 yılına kadar ezan camilerimizde Türkçe okunmuştur. 1950 yılında Demokrat Parti tarafından bu uygulama kaldırılmış, tekrar ezan Arapça okunmaya başlanmıştır.)

Artık vatandaş dinimiz neyi emrediyor, Yüce Allah bizden neler istiyor, neler doğru, neler yanlış gibi konuları rahatlıkla anlayabiliyordu. Din sömürüsü yapanlar, dini siyasete alet edenler artık müslümanları kolay kolay kandıramayacaklardı...

Zaten Kutsal Kitabımız Kuranı Kerim Yüce Allah tarafından okunsun, anlaşılsın diye gönderilmedi mi? Aksini söyleyebilmek mümkün mü? 

Türklerin Müslümanlığı kabulunden yaklaşık 15 asır sonra Kuran-ı Kerim Mustafa Kemal Paşa'nın gayretleri sayesinde ancak Türkçeye çevrilebilmiştir. O dönem Elmalılı Hamdi Hoca tarafından  yapılan meal hala en iyi mealler arasındadır ve din alimleri arasında ayrı bir yeri vardır.

İşte dinsizlikle suçlanan, yobaz ve din tüccarları tarafından sevilmeyen Mustafa Kemal'in en büyük suçu budur!
Dini anlaşılır hale getirmiş, din tüccarlarının en büyük kozunu ellerinden almıştır....


17 Eylül 2013 Salı

MEMLEKETE HİZMET EDENLER

Hakikaten memlekete hizmet etmek isteyenlerin kalbi açık olmalıdır; açık söylemelidirler. Millet ile, milleti sevk ve idare edenler çok açık görüşmelidirler. Olan şeyler ve yapılacak şeyler olduğu gibi ifade olunmalıdır. Yoksa safsatalar ile milleti aldatmak, onu birbirine düşürmek demektir. Kuralımız, daima millete karşı hakikatleri ifade olmalıdır. Milleti aydınlatma , bu demektir. Millete hakikati izah edenler, kendilerinin de aldanmadığına emin olmalıdır. Arkadaşlar, benim bütün hayatımda takip ettiğim meslek budur!

M. KEMAL ATATÜRK (1923)

16 Eylül 2013 Pazartesi

İSMET İNÖNÜ: BÜYÜK GAZİ!

Büyük Gazi, on seneden fazladır Türk milletinin davası için arkandan koşuyoruz. Sen yaşa! Senin arkandan gelmekte muhakkak başarıya yürümenin ferahlığı vardır. Sen ebediyete intikal edince, Türk nesilleri senin izinden yürüyecektir. Türk milletinin büyük davasının çıkar yolu, ancak senin izindir.

Cumhuriyet nesli; sağ bulundukça Gazi'nin hayatı etrafında, yarın gözünü kapadığı zaman ise onun mefkuresi, Onun mezarı etrafında, bu milletin en yüksek hislerini ve emellerini geleceğe taşıyacaktır.

İSMET İNÖNÜ(1932)

14 Eylül 2013 Cumartesi

ANARŞİYİ ŞİDDETLE BASTIRIR FAKAT...

Halil Menteşe ( 2. Meşrutiyette on yıl, cumhuriyet döneminde de on beş yıl milletvekilliği yapmıştır.) anlatıyor :

"Anarşi cereyanları baş gösterince cüretle üzerine varır, şiddetle bastırır fakat vaziyete hakim olunca şiddette ısrar etmez, uzlaşma yoluna girerdi.

Robespierre ve diğer büyük ihtilalcilerin yaptığı gibi şiddette ısrar etmiş olsaydı, neticeler hem kendisi, hem de memleket için felaketli olurdu.

Ölüme yaklaştığını hisseder hissetmez, TBMM'den bir af kanunu istedi. Vatan dışı yapılan yüzelliliklerinde bu listeye dahil edilmesini istedi. Normal zamanda böyle bir talep mecliste büyük münakaşalar doğurabilirdi. Büyük meclis onun son arzusuna huşuyla hürmet gösterdi. Af teklifini kabul etti. Bu suretle gelecek nesillere milli selametin birlik ve beraberlikte olduğunu işaret ve bütün varlığını millete devirle vatanseverlikte feragatin en yüksek örneğini vererek yaşarken daima büyük kalan Atatürk, ölürken en büyük olarak ebediyete intikal etti ve tabutu etrafına bütün milletlerin delegelerini toplayarak denilebilir ki bugünlerin Birleşmiş Milletler Kurulu'nun ilk örneğini verdi. Ruhu şad olsun"

13 Eylül 2013 Cuma

MİLLETLE BULUŞMA

Salih Bozok anlatıyor :

İzmir yolunda ilerliyorduk. Köylüler askerlerimizin girişini seyrediyorlar onlara kırık testilerle su taşıyorlar, yürekten minnetlerini anlatmak ihtiyacıyla çırpınıyorlardı. Evleri yanmış ve dünyada sırtlarındaki donlarından ve gömleklerinden başka bir şeyleri kalmamış insanların ikram etmek arzusunu görseydi, yüreksiz Neron (Kızıp Roma şehrini yakan dünyanın en zalim insanı olarak kabul edilen Roma imparatoru.) bile kör oluncaya kadar gözyaşı dökebilirdi.

Tam yanlarına vardığımız sırada, bir nakliye konvoyu geçmemize engel oldu. Otomobil durdu. Mustafa Kemal Paşa istediği bir sigarayı yakmak üzere gözlüklerini kaldırdı. O sırada otomobilin yakınına sokulan sakallı bir ihtiyar, koynundan muşamba rengini almış buruşuk bir kağıt çıkardı. Önce kağıdı, sonra dikkatle Mustafa Kemal Paşa'yı süzdü. Yine kağıda yine Paşa'ya baktı. Bu hareketi üçüncü defa tekrarladıktan sonra, şimdi hatırladıkça tüylerimi ürperten bir sesle:

-Bu sensin! dedi.

Ve arkasını dönerek, köylülere heyecanla bağırdı.

-Mustafa Kemal! dedi... Mustafa Kemal!...

Bu feryadı duyanların nasıl birbirine karıştığını tasavvur edemezsiniz.

Biz bütün gayretimize rağmen onların birbirini çiğneyerek otomobile dolmalarına engel olamadık. Çünkü onlar, şuurun dışına taşmış bir sevgiden kuvvet alıyorlardı. Gazi Paşa'nın yüzünü, ellerini öpüyorlar, çizmesinin tozlarını sürme gibi gözlerine çekiyorlardı.

11 Eylül 2013 Çarşamba

NURİ CONKER'DEN KUMANDAN OLMAZ!

Atatürk her vesileyle çocukluk arkadaşı Nuri Conker'e takılıyor, onu kızdırıyordu. Nuri Bey, Birinci Dünya Savaşı'nda Bitlis ve civarında bir tümen komutanı olarak Atatürk'ün emrinde çalışmıştı. Atatürk bu günlerden bahsederken:

-Nuri Conker her şey olabilir ama kumandan olamaz, hep aynı şeyi söylüyorum çünkü böyle, dedi.

Nuri Bey hiddetle ayağa kalktı ve haykırdı:

-Arkadaşlar, nafile yoruluyoruz. Bu zatı memnun etmek mümkün değildir! Bu efendi, kendisini o kadar büyük görür ki, her hareket, her başarı onun nazarında önemini kaybeder!

Sonra Atatürk'e dönerek devam eder :

-Yahu! Su bulunmayan Kerbela gibi çöl sahralarında sana dondurma yedirmedim mi? Daha ne yapmalı ki, sana yaranmalı?

Atatürk'ün dudaklarında alaylı tebessümler uçuşuyordu :

-Görüyorsunuz ya! diye cevap verdi. Nuri Bey kumandanlık vazifesini, büyüğüne dondurma yedirmekle yapmış olduğunu zannediyor...

10 Eylül 2013 Salı

İKİ MUSTAFA KEMAL VARDIR

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal...İkinci Mustafa Kemal, onu ben kelimesiyle ifade edemem; o ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmini içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

M.K.ATATÜRK (1933)

6 Eylül 2013 Cuma

BU ADAM ZEKİDİR, TEDBİRLİDİR

Dönemin Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşek anlatıyor :

Lozan Konferansına gidecek heyetimize kim başkanlık edecek? Bir türlü karar verilemiyor. Gazi yazıhanesinde, kahvesini yudumlarken etrafına toplanmış milletvekilleriyle konuşuyor, diyor ki :

-Arkadaşlar, şu Baştemsilciyi hala seçemediniz. Vakit geçiyor. Seçildikten sonra da hazırlanıp yola çıkması için zamana ihtiyaç var. Rica ederim bu işi bir an önce kararlaştırın, bitirin artık!

Cevap veriyorlar :

-Doğru paşam, ama siz de İsmet Paşa'yı istiyorsunuz. Nasıl yapalım? Olacak iş mi bu, İsmet Paşa Baştemsilci olabilir mi ?

Gazi gülümsüyor :

-Hakkınız var, arkadaşlar... Siz İsmet Paşa'yı tanımıyorsunuz, onun yalnız askerlik tarafını biliyorsunuz, çünkü ömrü cephede geçti. Ankara'da pek az süre kaldı. Tanımaya vakit ve imkan bulamadınız. Bu adam zekidir, tedbirlidir. Bilhassa ileriyi görüş ve tetkik özelliği güçlüdür. Örneğin, içinizden birini şu masayı devirmeye memur etsem, iki, üç, nihayet dört şekilde devirebilir... Oysa ki İsmet Paşa, bunu sekiz on şekilde devirmek gücüne sahiptir.

Bu söz İsmet Paşa üstünde oybirliğiyle durulmasına yeterli geldi. Gazi küçüçük bir örnekle, düşüncesini kabul ettirmesini bilmişti.

TÜRK BUDUR!


Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit edemediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmuruyla yıkandı.; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından, evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

M.Kemal ATATÜRK

4 Eylül 2013 Çarşamba

HASAN TAHSİN KİMDİR

HASAN TAHSİN (1888-1919)

Gerçek adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin, Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde hukuk ve felsefe eğitimi gördü. Dönüşünde İttihat ve Terakki'ye katıldı. 1. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Bükreş'te iki İngiliz diplomata suikast suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2 yıl sonra Osmanlı birlikleri Bükreş'e girince serbest bırakıldı. İzmir'de gazete çıkarmaya başladı. Gazetesi kapatıldıkça yeni isimle bir başkasını çıkarıyordu. Yunanlıların İzmir'i işgal edeceği duyulunca Reddi İlhak bildirisini hazırladı. 15 Mayıs 1919 günü, İzmir'de karaya çıkan Yunan askerlerine ilk kurşunu sıkarak, bir Yunan bayraktarını öldürdü. Yunan askerleri tarafından olay yerinde şehit edildi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin ilk kurşunu attığı için İzmir Konak Meydanı'na 1973'te  "İlk Kurşun Anıtı" dikildi.

2 Eylül 2013 Pazartesi

ESKİŞEHİR HAKKINDA

Eskişehir'i ve Eskişehir halkını çoktan tanırım, çok iyi tanırım. Mücadeleye başladığımız ilk zamanlarda bir taraftan Yunanlılar İzmir'e çıkmışlardı, diğer taraftan İstanbul'da Halife ve padişah namı altında bulunan zat, birçok heyetler tertip ederek her tarafa saldırdığı gibi buraya da Hamdi Paşa'yı göndermişti. Onun dayanağı olarak bir Ecnebi kuvveti de burada bulunuyordu. Eskişehir'in içinde ve yakınında düşman kuvvetleri vardı, bizim kuvvetimiz de hiç yok idi.Öyle iken halk, vatanperverlikten kahramanlıktan geri kalmadı. Eskişehirliler, bize çok yardım etmişlerdir. Bunu ordu, millet namına burada tekrar etmeyi bir vazife bilirim. Ondan sonra, askeri harekatın icabı olarak ordumuz, Eskişehir'e ve Eskişehir halkına fedakarlık yüklemek mecburiyetinde kaldı. Bu fedakarlık büyük kayıpları icap ettiriyordu. Ordunun mevcudiyetini kurtarmak için bu lazımdı. Eskişehirliler bu felakete katlanmasını bildiler. Düşman şehre girdi, burasını bir zulüm ve ateş yuvası haline koydu. İşte tahribatın izlerini görüyoruz. Şehir halkı bütün bunlara göğüs gerdi. Tebrik ederim.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
ESKİŞEHİR 1923

1 Eylül 2013 Pazar

CEKETİMİ YASTIK YAPAYIM DEDİM, ÜŞÜDÜM

İzmir Zafer'inden sonra trenle Gazi trenle Ankara'ya dönmüştü. Vali daha önceki istasyonlardan birinde Gazi'yi karşılamaya gitti. 

-Paşam nerededir ? diye sordu.

-Daha giyinmedi, dediler.

Vali, Gazi'nin ahbabı idi. Biraz teklifsizliğe vurarak kompartıman kapısına kadar gitti. Kapıdan :

-Büsbütün çıplak değilsiniz ya efendim.... dedi. Gazi cevap verdi.

-Hayır, ceketsizim.

Vali içeri girdi. Atatürk ahbabına bakarak :

-Uyuyamadım, dedi. Battaniye, yastık koymamışlar. Koluma dayandım, ağrıdı. Ceketimi yastık yapayım dedim, üşüdüm. Uyuyamadım, kalktım.

-Peki ama efendim niçin haber vermediniz?

Gülümseyerek cevap verdi :

-Hepsi de benim kadar uykusuzdular. Rahatsız etmek istemedim.

31 Ağustos 2013 Cumartesi

ESİR BAŞKOMUTAN TRİKOPİS

Büyük Taarruz esnasında  Gazi Mustafa Kemal’in yanında bulunan arkadaşlar, Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis’in Başkomutan çadırına nasıl getirildiğini şöyle anlatırlar.

Trikopis, diğer esir kolordu ve tümen komutanları ile birlikte Gazi Mustafa Kemal’in huzuruna çıkarıldıkları zaman, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler. Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi yenilgilerin tarihte örnekleri olduğunu, sevk ve idareyi eksiksiz yapmış iseler vicdanen rahat olabileceklerini söylediği zaman, Trikopis:

-Askerî görevimi tamamen yaptığıma eminim. Fakat asıl görevimi malesef yapamadım, diye intihar edemediğini anlatmak isterken, Gazi:

-O size ait bir düşüncedir, diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:

-Şurada bir tümeniniz vardı. Niçin onu şuraya almadınız? Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere sevk etseydiniz daha iyi olmaz mıydı? gibi bazı eleştiriler yapmış, Trikopis:

-Ben öyle hareket etmek için emir verdim. Fakat (yanındaki kolordu komutanını göstererek) bu yapamadı, demiş.

Bu görüşmeler olurken esir komutan yavaşça yanında bulunan subaylarımızdan birine:

-Bizim ile konuşan bu general kimdir? diye sormuş, subay:

-Başkomutan Mustafa Kemal! deyince adam hayrete düşmüş:

-Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim Başkomutan İzmir’de vapurda oturuyordu ! diyerek derdini dökmüş.

30 Ağustos 2013 Cuma

ORDUMUZ BAŞSIZ BIRAKILAMAZDI...

Başkomutanlık kanunu 5 Ağustos 1921 tarihinde, Kütahya- Eskişehir muharebelerinden sonra, durum kötüye gitmeye başlayınca TBMM’nin Mustafa Kemal Paşa’ya Türk Ordusunun Başkomutanlığını verdiği tarihi öneme sahip bir kanundur.

Bu kanun daha sonra üç kez daha uzatılmış, 20 Temmuz 1922 ise Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlık yetkisi TBMM tarafından süresiz olarak uzatılmıştır. Mustafa Kemal Paşa bu yetkisini 29 Ekim 1923 tarihine kadar kullanmıştır.

Kanunun uzama görüşmeleri esnasında zaman zaman gerginlikler olmuş, özellikle Sakarya Zaferinden sonra yapılan görüşmelerde muhalifler başkomutan Mustafa Kemal’in yetkilerini kaldırmak için mecliste yokluğunu fırsat bilip bu kanun hakkındaki görüşlerini  dile getirmişlerdir.

Mustafa Kemal ise meclis tutanaklarından görüşmeleri takip etmiş ve mecliste yaptığı konuşmayla hepsine cevap verip, konu hakkındaki görüş ve düşüncelerini kendisine yakışır bir hitap ve ikna gücüyle şöyle dile getirmiştir : 



" Vasıf Bey, bir konuşmasında demiş ki: «Biz Sakarya Muharebesi’nden sonra, işte hala kıpırdayamadık, kıpırdayamıyoruz.» Bu söz, bazılarının «bravo» sesleriyle ve alkışlarıyla karşılanmış.

Efendiler, buna pek üzüldüm ve kahroldum, çok utanç duydum. Ordunun kıpırdamamasını ve kıpırdamayacağını iddia eden bir gafilin sözlerini alkışlamak, cidden çok gariptir.

Rica ederim, bunu burada gömelim, kimse işitmesin!

İşte Efendiler, Başkomutanlığın gereksizliğini ispatlamak için söylenen sözlerin bellibaşlıları bunlardan ibaretti. Benim de bu sözlere verebileceğim karşılıklar dinlendi. Bundan sonra düşünüp karar vermek Meclis’e düşer.

Yalnız bir gerçeği gözler önüne sermek zorundayım. Yüce Meclis’in, Başkomutanlığın gereğine inandığına şüphe olmamakla birlikte, muhalefetin, hiç bir temele dayanmayan tutumu, Meclis kararının istenilmeyen bir şekilde çıkmasına yol açtı. Bunun sonucu ne oldu, Efendiler, biliyor musunuz? Başkomutanlık iki gündür belirsiz bir durumda ve boşluktadır.

Şu dakikada ordu komutansızdır. Eğer ben orduya komuta etmekte devam ediyorsam, kanunsuz olarak komuta ediyorum. Meclis’te beliren oy sonuçlarına göre, hemen komutadan el çekmek isterdim. Başkomutanlığımın sona erdiğini hükümete bildirdim. Fakat, önlenmesi imkansız bir felakete meydan vermeme mecburiyeti ile karşı karşıya geldim. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bunun için bırakmadım, bırakamam ve bırakmayacağım."

29 Ağustos 2013 Perşembe

İŞTE FARKLARI

Falih Rıfkı Atay anlatıyor :

Bir akşam Atatürk'e davetliydik. Birkaç oyun masası kurulmuştu. Hanımlı efendili vakit geçiriyorduk. Ben ve Yakup, Atatürk'ün masasında idik. Fethi Bey ve İsmet Paşa ayrı ayrı masalarda briç oynuyorlardı.

Bir aralık yaver Atatürk'e bir şifre getirdi. Şeyh Sait isyanına ait son bir rapor olduğunu anladık. Bir cephe düşer gibi, şark düşüyordu. İsyana her geçen gün büyümekteydi. Atatürk raporu okudu. sonra yavere usulca :

-Al bunu Fethi'ye götür, bize de,

-Çocuklar dikkat ediniz, dedi.

Başvekil Fethi Bey rahatsız edilmesinden sıkılmış görünerek, bir an oyunu bırakıp yavere :

-Ne var? diye sordu.

Yaver raporu verince de şöyle bir göz atıp :

-Sonra bakarız, diye iade etti.

Atatürk yaveri çağırdı, yine yavaş sesle :

-İsmet'e götür, dedi.

İsmet Paşa'nın hükümette hiçbir vazifesi yoktu. Oyunu bıraktı, rapora bir baktı, sonra iskemlesini geriye çekerek bir sigara yaktı ve uzun uzun okudu, birkaç nefes sigara daha çekti, tekrar okudu ve pek düşünceli bir halde kağıdı ağır ağır kıvırdı, yavere verdi, düşüncesi bir müddet
daha devam etti.

Atatürk bize döndü ve :

-İşte farkları ! dedi.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

ULUBATLI HASAN KİMDİR


İstanbul'un fethinde surlara tırmanarak otuz arkadaşı ile birlikte Türk Sancağını 29 Mayıs 1453 salı günü, saat 7 ila 8 arasında, Bizans üzerinde ilk kez dalgalandıran kahraman.


Bazı tarihçiler, iri yarı bir Yeniçeri olduğu görüşündedirler. Ancak diğer arkadaşlarından ayırt edilmek için memleketiyle anılan Ulubatlı Hasan'ın, Ulubat ve çevresinin o tarihlerde Osmanlı ordusunun yaya ve müsellem sınıfına askr veren Türk bölgelerinden biri olduğu dikkate alınırsa, bu sınıf askerlerden biri olma ihtimali kuvvet kazanır.

Şehadetinde de ihtilaf vardır. Bazı yazarlar sura çıktıktan ve sancağı diktikten sonra şehre giren ilk askerlerden olduğu ve bu arada şehit düştüğü, bazıları da sura çıkıp sancağı diktikten sonra ayağı taşa takılarak düştüğü ve atılan oklarla şehit edildiği kanaatindedirler.

Yine bazı kimseler, Edirnekapı'da, bazıları Tekfur Sarayı çevresinde şehit düştüğünü ileri sürerler.

Kabri ile ilgili de çok muhtelif görüşler olmasına rağmen, kabrinin yeri belli değildir.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

BAYRAK ÇİĞNENMEZ

Ruşen Eşref Ünaydın anlatıyor :


Mustafa Kemal İzmir’in kurtuluşunda halkın coşkun gösterileri arasında kalacağı evin önüne gelip de kapının önüne serilmiş bayrağı görünce durdu:

Bu, ipekten kocaman bir Yunan bayrağı idi. Üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti. Kapıdaki kalabalık halk yalvarıyordu:

-Buyurunuz, geçiniz. Bizim öcümüzü alınız! Yunan kralı, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin. Bu karşılıkla o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir.

Mustafa Kemal, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğu noktada kaldı. Çevresindekilere tatlılıkla baktı.

-O geçmişse hata etmiş. Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar edemem. 

Bayrağı yerden kaldırttı, bembeyaz mermerlere basarak içeri girdi.


25 Ağustos 2013 Pazar

KORGENERAL ALİ FUAT CEBESOY

KORGENERAL ALİ FUAT CEBESOY (İstanbul 1882- İstanbul 1968)

General olarak Milli Mücadeleye katılan ve 20. Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Cebesoy, Atatürk'ün okul ve gençlik arkadaşıdır. Ve Mücadelenin başlangıç safhasında Batı Cephesine komuta etmiştir. Genelkurmayca karşı çıkıldığı halde giriştiği hatalı Gediz Taarruzunun başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Ali Fuat Paşa büyükelçi göreviyle Rusya'ya gönderilmiş, büyükelçilik döneminde de Türk çıkarları doğrultusunda önemli işler yapmış, dönüşte ise Meclis 2. Başkanlığı yapmıştır.

1923 de Korgeneralliğe terfi etmiş, 1924 de 2. Ordu Müfettişi iken ordudan ayrılmış ve muhalif grupla beraber siyaset hayatına atılmıştır.

Ali Fuat Cebesoy Konya, Eskişehir, İstanbul Milletvekili, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlıkları, TBMM Başkanlığı gibi görevlerde bulunmuştur.

24 Ağustos 2013 Cumartesi

BÜYÜKLÜK ODUR Kİ

Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın.
Memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. 
Herkes senin aleyhin de bulunacaktır. 
Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. 
İşte sen bunda karşı koyuşları yok eden olacaksın. 
Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır. 
Kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, 
kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. 
Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.

23 Ağustos 2013 Cuma

ALBAY ALİ ÇETİNKAYA

ALBAY ALİ ÇETİNKAYA (Afyon 1878- İstanbul 1949)

Yunanlılara ilk karşı koyan Ayvalık'taki 172. Piyade Alayının Komutanı Yarbay Ali Bey'den NUTUK'ta şöyle bahsediliyor :

"Yunan ordusu girdiği bölgeyi genişletirken Ayvalık'a da asker çıkardı. Ali Bey, bu Yunan kuvvetlerine karşı 28.05.1919'da savaşa girişti. Bu güne değin Yunan birlikleri hiçbir yerde ateşle karşılanmamıştı. Tam tersine kimi şehir ve kasabalar halkı korkutulmuş ve İstanbul Hükümetinin buyruklarına uyarak büyük memurlar başta olmak üzere, Yunan birliklerini özel kurullarla karşılamışlardı. Ali Bey'in, Ayvalık bölgesinde savaş cephesi kurması üzerine yavaş yavaş Soma'da, Akhisar'da, Salihli'de ulusal cepheler kurulmaya başlanmıştır."

Ali Bey Milli Mücadelen sonra ise Afyon milletvekilliği, İstiklal Mahkemesi Başkanlığı, daha sonraları da Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı yapmıştır.

22 Ağustos 2013 Perşembe

FEVZİ PAŞA'YA AFGANİSTAN'A ASKERİ KURUL GÖNDERİLMESİ KONUSUNDA DİREKTİF

Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa'ya          ANKARA 21 Aralık 1920

Savunma ve maliyemizle uygun düşerse Afgan ordusunu düzenlemek için bir subay kurulunun gönderilmesini çok önemli ve gerekli görmekteyiz.

Cemal Paşa'nın ilişik mektubunda belirttiği üzere gelecekte Anadolu üzerine çöken ağır yükü azaltmaya yarayabileceği gibi aşağıdaki konulara bağlı kalındığında Orta Asya'da buyruğumuza hazır güçlü bir orduya sahip olmamız sağlanmış ve dolayısıyla gerektiği anda Anayurda savaş sıkıntısından kurtarmak için İngilizleri daha uzaklarda tutmaya bir araç olur.

Görüşüme göre bu kurulu oluşturacak subayların seçiminde ve kendilerine verilecek direktifte aşağıdaki konular göz önüne alınmalıdır.

İlki : Bu kurulun başta kesin olarak politikayla uğraşmayıp, yalnız askerlik görevini yapmak ve kendisini gerek Afgan, gerek Türkistan ve Buhara halkı ve askerlerine sevdirmesi

İkincisi : Giden subayların açıktan Afgan hükümetinin personeli olmuş gibi görünmekle birlikte sürekli ve her durumda Türk hükümetinin bütün buyruklarına bağlı olacak yaratılış ve dayanıklılardan seçilmesi ve bunu bir ölçüde gerçekleştirmek için Afganistan'ın buyruğunda bulundukları sürece yükselme ve işlerde Türk ordusu kadrosunda bulundurulmaları

Üçüncüsü : Bu kurulla telli ya da telsiz telgraf görüşmelerinin yapılmasına çalışılması

Dördüncüsü : Çıkarlarına aykırı davranışlarını engelleyebilecek ve İslam ve Türk çıkarlarına çalışan bir Afgan örgütünü iktidara getirebilecek düzeyde bir yer edinmesi

Mustafa Kemal Paşa
TBMM Reisi

21 Ağustos 2013 Çarşamba

ATATÜRK'E KÜFREDEN KÖYLÜ

Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında kovuşturma yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz ettiler:

-Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş.

Atatürk sordu:

-Ben ne yapmışım ona?

Soruşturma evrakını inceleyenler açıkladılar:

-Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş da ondan. Atatürk’e bunu söyleyen bir bakandır. Atatürk sorar:

-Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?

-Hayır...

-Ben Trablus’ta iken içmiştim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.